GAZETECİ BARIŞ TERKOĞLU KENDİSİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİ YARGISIZ İNFAZLARI BAŞKASINA YAPMAMALI

07.03.2022 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Barış Terkoğlu tarafından “Putin’in Özel Hayatına Giren Cemaat” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Makalede yer alan iddialar dedikodu mahiyetinde olan, dayanaksız ve gerçek dışı iddialardan ibarettir.

Öncelikle, gazetecilik etik ve ahlak ilkeleri doğrultusunda bir hatırlatma yapmak isteriz. İçeriğinde gerçek dışı iddialar yer alan makalenin yazarı Barış Terkoğlu yaklaşık 15 yıldır gazetecilik yapan bir kişidir. Kendisi, gerek Ergenekon soruşturması kapsamında Odatv Davası’nda gerekse MİT mensubunun cenazesi hakkında yayınlanan haber kapsamında yargılanmış birisidir. Kendisi hakkında düzenlenen iddianameler sonucunda aylarca cezaevinde kalmış, ancak neticede aklanmıştır. Eminiz ki kendisi hakkında suçlayıcı ifadeler barındıran çeşitli iddianameler üzerinden, üstelik kendi savunmalarına hiç yer vermeden ve henüz yargılanması dahi bitmeden birilerinin kendisini suçlu ilan eden yazılar yazmasını o da istemezdi. 

Gazeteciliğin en temel etik kuralının “tek taraflı” haber yapmamak olduğunu, ortada bir iddia olduğunda iddianın karşı tarafına da söz hakkı tanınması gerektiğini, bir gazetecinin her iki tarafın tezlerini değerlendirip bunun neticesinde tarafsız habercilik yapması gerektiğini Barış Terkoğlu çok iyi bilmektedir. Tüm bunlara rağmen, Adnan Oktar Davası’nın 2019 yılında yayımlanan iddianamesindeki birtakım mesnetsiz “iddiaları” büyük bir gazetecilik keşfiymiş gibi köşe yazılarına taşımakta, üstelik bu iddiaları sanki somut gerçeklermiş gibi aktararak göz göre göre karalama ve yargısız infaz yapmaktadır. 

Terkoğlu, son köşe yazısında kaleme aldığı iddiaları birebir Adnan Oktar Davası iddianamesinden, üstelik iddianamedeki akış sırasına göre aktarmakta, ancak dava dosyasına bu derece hakim olduğu halde bu iddiaları kesin olarak çürüten savunmalara hiçbir şekilde yer vermemektedir. Dava dosyası bu uydurma iddiaları geçersiz kılan onbinlerce sayfadan oluşan savunma delilleriyle doludur. Dahası, Türkiye’nin en muteber hukukçuları ve akademisyenleri dosyadaki hayali iddiaların ve sahte, düzmece hukuksuz delillerin isnat edilen suçların varlığını kesin olarak kanıtlamadığını belgelemiştir. 

Durum böyleyken Barış Terkoğlu, nedenini anlayamadığımız husumet duyguları içinde, hakkımızdaki gerçek dışı iddiaları sanki somut ve ispatlı gerçeklermiş gibi aktarma çabasına girerek samimiyet, tarafsızlık, dürüstlük, iyiniyet gibi en temel habercilik ilkelerinden ne derece uzak bir çizgide olduğunu defalarca ortaya koymuştur.

Bu noktada, Barış Terkoğlu’nun 7 Mart 2022 tarihli köşe yazısında yer verdiği ve hiçbir somut karşılığı olmayan iddiaları kısaca cevaplamak istiyoruz. Bu iddialara yönelik savunma delillerimiz, iddiaları kesin olarak çürüten binlerce sayfadan oluşan belgeler ve bilimsel mütalaalar dava dosyasında mevcut olup istenildiği takdirde kamuoyu ile de paylaşabiliriz. 


CASUSLUK İDDİALARINA CEVAPLARIMIZ

Barış Terkoğlu makalesinde Adnan Oktar camiasının güya “siyasal veya askeri casusluk” suçu işlemiş olduğunu söylemektedir. Bu iddia, hukuk ayaklar altına alınarak hazırlanan gayrı ciddi bir iddianamenin dayanaktan yoksun ve dedikodu mahiyetindeki bir iddiasının tekrarından ibarettir. Bu iddianın hukuken geçersizliği hiçbir şüphe bırakmayacak şekilde, karşı-delil ve belgeleriyle ispatlanmıştır. Şöyle ki;

İddianamede ortaya atılan Türk Ceza Kanunu’nun 328. maddesinde tanımlı “Siyasal ve Askeri Casusluk Suçu”nun sübut bulması için kanunun aradığı kesin şartlar şunlardır:

1. Temin edilen bilginin devlet sırrı niteliğinde olması,

2. Temin edilen bilginin casusluk yapma özel kastıyla bir çabanın sonucunda elde edilmesi,

3. Türkiye Cumhuriyeti zararına, yabancı devlet yararına olması,

4. Lehine casusluk yapılan devlet ile bir anlaşma kapsamında temin edilmesi.

Gerek Askeri Yargıtay’ın gerekse Yargıtay’ın, konusu “casusluk” olan tüm suç isnatlarına yönelik yerleşik içtihatları bu 4 temel üzerine kurulmaktadır. 

Adnan Oktar Davası iddianamesine baktığımızda ise, sözde casusluk suçu iddiası bakımından öne sürülen yegane materyalin, Leyla İsmailova isimli bir kişi ile sanık Ece Koç arasında gerçekleştiği iddia edilen bazı kısa Whatsapp yazışmaları olduğunu görülmektedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz TCK m.328 kapsamında sözde suç delili olarak ortaya konmuş tek bir somut bilgi, belge, evrak, fotoğraf, telefon konuşması, vs. ise iddianamede yer almamaktadır. 

İddianamede yer alan Whatsapp yazışmalarının “devletin güvenliğine yönelik gizli bilgi” statüsünde olup olmadığı bizzat dosya savcıları tarafından hem MİT’e hem de Dışişleri Bakanlığı’na yazılı olarak sorulmuş, cevabi yazılarda ise, 

"SÖZ KONUSU WHATSAPP YAZIŞMALARINDAKİ BİLGİLERİN, AÇIKLANMASI VEYA ÖĞRENİLMESİ HALİNDE DEVLETİN DIŞ İLİŞKİLERİNE, MİLLİ SAVUNMASINA VE MİLLİ GÜVENLİĞİNE ZARAR VEREBİLECEK, ANAYASAL DÜZENİNDE VE DIŞ İLİŞKİLERİNDE TEHLİKE YARATABİLECEK NİTELİKTE OLMADIĞI" 

DEĞERLENDİRMESİ YAPILMIŞTIR. 

İddianamedeki suç isnadını kesin olarak geçersiz kılan bu raporları MİT’te "İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanı", Dışişleri Bakanlığı’nda ise "Güvenlik ve İstihbarat Genel Müdür Yardımcısı" imzalamıştır. (üstte)

İddia edilen suçun değerlendirilmesinde yüksek yargının en temel 4 kriterinden daha birincisi incelendiğinde bile, böyle bir suçun oluşmadığı net olarak ortaya çıkmaktadır. Yani, ortada herhangi birine ya da ülkeye "TEMİN EDİLEN BİR DEVLET SIRRI" YOKTUR. 

Diğer kriterlere baktığımızda da, iddianamede bunlarla ilgili tek bir kelime dahi yoktur. Casusluk suçlamasının geçersizliği gün gibi ortadadır. Daha da ilginç olan ise, sözde casusluk suçuna iştirak eden 2 kişinin (Leyla İsmailova ve Ece Koç) isimleri geçtiği halde bu suçlamayla ve Leyla İsmailova’ya ne de Ece Koç’a yönelik açılmış bir dava bulunmamaktadır. Buna rağmen, konunun hiçbir yerinde yer almayan, hiçbir ilgisi bulunmayan Sayın Adnan Oktar’a casusluk suçundan dolayı dava açılmış ve ceza verilmiştir. Bu karar şu an istinaf incelemesindedir. 


SOÇİ'DE DÜZENLENEN 'SURİYE ULUSAL KONGRESİ' İLE İLGİLİ İDDİALARA CEVAPLARIMIZ

Barış Terkoğlu makalesinde, davanın iddianamesinden aktardığı satırlarda, Leyla İsmailova isimli kişinin 2018 yılında Soçi’de düzenlenen 'Suriye Ulusal Diyalog Kongresi' sırasında güya "içeride geçen konuşmaları an an Ece Koç’a aktardığını" iddia etmektedir. Üstelik, "bu sırada bazı konuşmaları taraflara bilerek çevirmediğini" de öne sürmektedir. 

Barış Terkoğlu'nun yazısında içinden birebir kopyaladığı ve mahkeme sürecinde defalarca çürütülmüş olan iddianamede, konuyla ilgili mesnetsiz ithamlar arasında, güya "Kongre’ye Dışişleri Bakanımız sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katıldığı ve İsmailova’nın da burada tercümanlık yaptığı" da ileri sürülmektedir. 

Oysa, bu iddialarda hiçbir gerçeklik payı yoktur:

Birincisi : 

Leyla İsmailova ne Türkiye tarafının ne de Rusya Federasyonu tarafının resmi bir personeli değildir, hayatı boyunca da bir kere bile olmamıştır. Başka bir resmi kurumda da hiç görev yapmamıştır. Oysa, Türkiye ile Rusya Dışişleri Bakanlıkları arasındaki ikili görüşmelerde ancak her iki ülkenin resmi Dışişleri personeli olan tercümanlar hazır bulunabilir. Leyla İsmailova isimli tercümanın ise böyle bir resmi statüsü yoktur.

İkincisi : 

Rusya Dışişleri Bakanı Sayın Sergey Lavrov ve Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, 'Soçi Suriye Ulusal Diyalog Kongresi' sırasında yüzyüze ikili görüşme yapmamışlardır! Çünkü, iddianamede esas alınan yalan ve mesnetsiz müşteki beyanlarında anlatıldığının aksine, Sayın Çavuşoğlu Soçi'deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne hiç katılmamış hatta Soçi'ye bile gitmemiştir. Türkiye, konferansa sadece gözlemci olarak katılmış ve Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sayın Sedat Önal konferansta yer almıştır. 

Somut gerçekler böyleyken, konuyla ilgili (sözde) müştekilerin ya da baskı ve tehditle devşirilmiş etkin pişmanların uydurdukları baştan sona hayal mahsulü  hikayeler ve yalan beyanlar ne yazık ki Sayın Savcı tarafından en basit bir araştırma ve doğrulama gereği bile duyulmadan, iddianamedeki hiçbir somut delili, belgesi ve hukuki geçerliliği olmayan mesnetsiz iddialar arasına eklenmiştir.

Barış Terkoğlu da bu mesnetsiz ve hukuksuz isnatları köşesine taşırken dosyadaki bu tür yalanların gerçek cevaplarını açıklayan savunma delillerine hiç bakmamış ya da bakmış ama bunları kamuoyunun bilmesini istememiştir. 

Üçüncüsü : 

'Soçi Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'ne, Suriye'deki çeşitli gruplardan 1500 delege katıldı ve tüm kongre basına açık şekilde yapıldı. Türk medyası dahil tüm dünya medya muhabirleri kongre akışını ve konuşmaları kongre salonundan canlı yayında aktardılar. Çok sayıda internet sitesinde tüm konuşmalar canlı bağlantıyla an an milyonlar tarafından izlendi.

Kongrenin sonunda yayınlanan “Sonuç Bildirgesi” aynı gün Türkiye’deki tüm basın yayın kuruluşlarına ulaştırıldı. Dışişleri Bakanlığı tarafından da 2 ayrı duyuru yayınlandı.

İddia edilen Whatsapp mesajının da, Dışişleri Bakanlığı tarafından basına dağıtılan sonuç bildirgesinden bazı kısa alıntılar dışında, başka hiçbir özel bilgi içermediği görülmektedir. 

Kısaca, BAHSİ GEÇEN KONGRENİN AKIŞINDA DA, WHATSAPP YAZIŞMALARINDA DA TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAKIMINDAN “DEVLET SIRRI” NİTELİĞİNDE HİÇBİR BİLGİ BULUNMAMAKTADIR, HEPSİ KAMUYA AÇIK BİLGİLERDİR.

Dördüncüsü : 

Whatsapp mesajında geçen bir cümle iddianamede kasıtlı olarak çarpıtılmıştır. Cümle şöyledir:

“Rejimciler, Zeytin Dalı ve Türkiye ile ilgili çok sert sözler söylüyor. Özür dileyerek çeviriyorum ve bazı sözleri çevirmiyorum ki söyleyemem.”

İddianamede, bu ifade tümüyle çarpıtılarak yorumlamaktadır: Güya İsmailova tercümanlık vazifesi dahilinde bazı cümleleri çevirirken, Adnan Oktar camiasından kişilerle görüşüp onların uygun görmediği bazı cümleleri ise hiç çevirmemektedir!

Oysa, ilkokul düzeyindeki bir insanın dahi rahatlıkla anlayabileceği üzere, İsmailova’nın çevirmekten imtina ettiği sözler, karşı tarafın Türkiye aleyhindeki hakaretamiz, küfürlü konuşmalarıdır. Yazışmanın içeriğinde İsmailova’nın konferansta çevirmeyip de Ece Koç’a özel olarak aktardığı ekstra hiçbir cümle bulunmamaktadır. İsmailova’nın yazışmasından, orada geçen konuşmanın içeriğinde nezakete uygun olmayan ifadelerin yer aldığı ve bu kaba ifadeleri Ece Koç’a aktarmak istemediği, ortamın ne kadar gergin olduğunu vurgulamak istediği açıkça anlaşılmaktadır.

Leyla İsmailova’nın kendisi de Savcılığa sunduğu dilekçesinde bu konuyu benzer şekilde açıklamıştır: 


'AKKUYU NÜKLEER SANTRALİ' İLE İLGİLİ İDDİALARA CEVAPLARIMIZ

Barış Terkoğlu makalesinde, güya Leyla İsmailova’nın Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında yürütülen Akkuyu görüşmelerinde de yer aldığını, bu görüşmelerde neler yaşandığını ve diplomatik detayları güya camiaya aktardığını yazmıştır.

Başta da belirttiğimiz gibi Leyla İsmailova’nın her iki ülke adına da resmi bir tercümanlık görevi yoktur ve bu yüzden de iki ülke bürokrasisinin dahil olduğu hiçbir toplantıda tercümanlık yapması mümkün değildir. Zaten ne iddianamede ne de dava dosyasında bunun aksine dair tek bir belge mevcut değildir. Bu gerçek dışı iddiayı ortaya atan tek bir kişi vardır, o da kendisine cezaevinden çıkabilmesi için 30 yıllık arkadaşlarına suç atmak dışında hiçbir seçenek sunulmayan (sözde) etkin pişman sanık Ece Koç’tur. Onun da konu hakkındaki tek cümlesi şudur:

"Leyla en son Akkuyu görüşmelerine katıldı ve burada tercüme yaptı."

İddia tamamen soyut, dedikodu mahiyetinde bir söylemdir ama ne dosyanın savcıları ne de Barış Terkoğlu bu hikayenin doğru olup olmadığını zahmet edip araştırmamışlardır. 

İsmailova İstanbul Cumhuriyet Başsavılığı’na sunduğu dilekçesinde, Akkuyu ile ilgili devlet sırrı içeren hiçbir resmi toplantıya katılmadığını ifade şöyle ifade etmektedir:

Hal böyleyken, ve aksini gösteren hiçbir belge de bulunmazken, iddianamenin 2253. sayfasında bu konu şöyle akla ziyan hayal ürünü bir senaryoya dönüştürülmüştür: 

(!) "Leyla isimli şahsın Türkiye ve Rusya arasında gerçekleşen zirve, toplantı ve benzeri temaslarda tercümanlık yaptığı, bu toplantılarda iki ülkenin devlet büyükleri tarafından önemli ve GİZLİ SİYASİ KONULARIN GÖRÜŞÜLÜP KONUŞULDUĞU ve Leyla Rusya isimli şahsın tercüme ettiği BU ÖNEMLİ VE GİZLİ SİYASİ KONULARI örgütün bacılar grubunda yer alan Ece KOÇ isimli şüpheliye ilettiği görülmektedir." (!)

İddiadaki garabeti değerli okuyucularımızın takdirine bırakıyoruz.


 HAYAL ÜRÜNÜ 'FETÖCÜ LİSTESİ' İDDİASINA İLİŞKİN CEVABIMIZ

Barış Terkoğlu makalesinde, ne olduğu bilinmeyen bir notla ilgili olarak “şeytanın aklına gelmeyecek olay” şeklinde bir yorum yapmaktadır. Yazıya göre, mahkemede ifade veren bir etkin pişman bu olayı doğrulamış ve güya bu nedenle Rusya’da sorgulandığını ve sınır dışı edildiğini iddia etmiştir. 

Bizce Barış Terkoğlu’nun kendisi de konunun detaylarını bilse, bunu köşesine taşımayı düşünmez, insanları haksız yere suçlamak ve töhmet altında bırakmak bir yana, böylesine dayanaksız bir iddiaya yazısında yer vermiş konumuna düşmek istemezdi. Ancak, bizzat kendi öz kuzenleri Ferhat Terkoğlu ve Murat Terkoğlu da onlarca yıl camiada, Sayın Adnan Oktar'ın çok yakın çevresinde bulunmuş olan Barış Terkoğlu'nun, her türlü etik ve ahlaki ilkeyi ayaklar altına alacak derecede yazılar kaleme almasını anlamak mümkün değildir. 

Açıktır ki Terkoğlu, “masumiyet karinesi” diye bir hukuki kavramın sadece kendisi, gazeteci arkadaşları ve kendisiyle aynı ideolojiye sahip kimseler için geçerli olduğuna inanmaktadır. Aynı iftira ve haksızlıklar başkalarına yapıldığında ise adalet, hak, hukuk, hakkaniyet gibi kavramlara en ufak bir değer vermediği görülmektedir. 

Terkoğlu yazısında, 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonu sırasında "elde edildiği iddia edilen bir nottan" bahsetmektedir. Öncelikle belitrmek gerekir ki, bu operasyon sırasında yapılan hukuk ihlalleri ve usulsüzlükler bir ansiklopediyi dolduracak kadar çok sayıdadır. Bu hukuksuzlukları, hem davanın sanıkları hem de müdafileri binlerce sayfa şeklinde dava dosyasına sunmuşlardır. Türkiye’de kanunları yazan bazı duayen hukukçular ve akademisyenler de bu konularda bilimsel mütalaalar kaleme almışlardır. Eğer Terkoğlu'nun niyeti gerçekten doğruları açığa çıkarmak ve bunları insanlara tarafsızca aktarmak olsaydı daha önce kendisine göndermiş olduğumuz bu belgeleri ve savunma delillerimizi inceleyip yazılarında onlara da yer verirdi. 

Makalede bahsi geçen not konusuna gelecek olursak;

Birincisi : 

İddia edilen notun elde edildiği ikamette operasyon sırasında yüzlerce usulsüzlük yapılmış, kanunlar ayaklar altına alınmıştır. Bu tür kanunsuz ve usulsüz yöntemlerle elde edilip (üretilip) dosyaya eklenen sahte delillerin ise hiçbir hukuki geçerliliği yoktur. Operasyonun yapıldığı ikamete giren ve kayıtlarda görülmeyen sayısız memur vardır. Bunların yanında, birçok gazeteci operasyonun ilk anlarından itibaren ikametin arazisi içinde gezinmektedir. Hatta ikametten toplanan sözde deliller bile kanunun öngördüğü şekilde mühürlü delil poşetlerinde değil alelade çöp torbalarına doldurulup ağzı açık şekilde taşınmıştır. Bu şartlar altında buradan elde edilen hiçbir delilin gerçekliğinden ve güvenilirliğinden bahsetmek mümkün değil.

 İkincisi : 

Sözde delil olan notta “Rus askeri istihbaratı Leyla’dan FETÖ listesi istemiş” ibaresi görülmektedir. Rus Askeri İstihbaratı gibi devasa insan ve para kaynağına, en ileri teknolojilere sahip, dünyanın en eski ve en güçlü istihbarat örgütlerinden birinin, sıradan bir tercümandan FETÖ listesi istediğini iddia etmenin hiçbir makul ve mantıklı açıklaması yoktur. Ayrıca, nerenin FETÖ listesi? Türkiye mi, Rusya mı? FETÖ listesi denildiğinde bunun içine her ülkeden yüzbinlerce kişi sokulabilir. Böyle bir bilgiye Rus Askeri İstihbaratı’nın sahip olmayıp Leyla İsmailova gibi sıradan bir tercümanın sahip olacağını düşünmek gerçeklikten uzak, oldukça hayalperest bir yaklaşımdır.

Üçüncüsü : 

İddia edilen sözde notu ne kimin yazdığı bellidir ne kime yazıldığı bellidir ne hangi tarihte yazıldığı bellidir ne de notta adı geçen kişinin Leyla İsmailova olduğuna dair bir kanıt vardır. Normal şartlarda hukukun en temel prensiplerine aykırı şekilde "varsayımlarla", "çıkarımlarla", "tahminlerle" hareket edilmiş, bu şekilde hiçbir suça karışmamış insanların masumiyet karineleri zarara uğratılmıştır. 

Dördüncüsü : 

Yine notun içeriğini kabul etmemekle birlikte, bir an için bu notun gerçek olabileceğini düşünelim. Rus Askeri İstihbaratı gibi bir teşkilatın başka hiçbir araştırma yapmadan Leyla İsmailova isimli sıradan bir tercümanın vereceği isimleri FETÖ’cü olarak kabul etmesi, bunun neticesinde de bu kişilerin Rusya’da tüm sosyal ve ticari hayatının biteceğinin iddia edilmiş olması tümüyle akıl ve mantık dışıdır. Kaldı ki eğer notta bahsedilen kişi gerçekten de Leyla İsmailova ise bile, onun Rus istihbaratı ile herhangi bir bağlantısı olabileceğini iddia etmenin hiçbir gerçek ve maddi dayanağı yoktur. 

Beşincisi : 

Ve en önemlisi, başta bu not sebebiyle Rusya’dan sınır dışı edildiğini iddia eden etkin pişman sanık Seçim Köse, daha sonra mahkemedeki ifadesi sırasında Rusya’dan asıl sınır dışı edilme nedenini açıklamıştır. Bu neden de söz konusu hayali not filan değildir. Seçim Köse’nin bizzat kendi anlatımına göre, 2017 yılının Ocak ayında Moskova’da havaalanından sınırdışı edilmiştir. Havaalanında pasaportunu inceleyen memurlar oturum izninin 2016 yılı Mart ayından beri iptal olduğunu, buna rağmen defalarca illegal şekilde ülkeye giriş çıkış yaptığını ve hatta bu giriş çıkışlarda pasaportuna damga vuran memurların dahi ceza alacağını kendisine söylemiştir. Güya FETÖ’cülükle suçlandığı bahse konu hayali not yüzünden sınır dışı edilmemiştir.

Söz konusu hayali not ile ilgili olarak, iddianamede yapılan yorumu dikkatinize sunarak takdiri yine sizlere bırakıyoruz:

(!) Bahse konu not içeriğinden örgütün Leyla IZMAILOV isimli şahıs üzerinden, Türkiye ve Rusya’yı ilgilendiren istihbari konularda bilgi toplamanın yanı sıra, örgüt ideolojisi doğrultusunda eylem arayışı içerisine girdiği de anlaşılmaktadır. (!)

Elbette ki, bu noktadan sonra okuyucunun da rahatlıkla tahmin edilebileceği gibi iddianamede İsmailova'nın, ne “Türkiye ve Rusya’yı ilgilendiren istihbari konularda bilgi toplaması" veya "topladığı sözde bilgiler" ile alakalı hiçbir belge bulunmaktadır ne de "örgütün ideolojisi doğrultusunda bir eylemi" yer almaktadır. 


SONUÇ OLARAK

Adnan Oktar Davası’nın iddianamesinde TCK’nın 328. maddesine atıfta bulunularak isnat edilen “siyasal veya askeri casusluğa teşebbüs” suçlamasının altını doldurabilecek somut nitelikte tek bir belge veya hukuki delil dahi yoktur. Bu amaçla kullanılmaya çalışılan yegane materyal, Leyla İsmailova ile Ece Koç arasında geçtiği iddia edilen (ve hukuka aykırı dijital materyal hükmünde olan) bazı Whatsapp yazışmalarıdır. Bunların da (bir an için hukuki olarak geçerli oldukları varsayılsa bile) hiçbir suç içeriği barındırmadıkları hem MİT hem de Dışişleri Bakanlığı tarafından kesin olarak tespit edilmiş ve rapor olarak mahkemeye gönderilmiştir. 

Yukarıda en özet haliyle ortaya koyduğumuz gibi, isnat edilen suçun ne maddi ne de manevi unsurları hiçbir yönden oluşmamıştır. Suçlamaya delil teşkil edebilecek hiçbir bilgi, belge ortada yoktur, üstelik sözde suça karıştığı iddia edilen asli fail (Ece Koç) hakkında hiçbir dava dahi açılmamışken, konuya nereden ve nasıl dahil edildiği belli olmayan, konu ile bağlantısına dair hiçbir somut bulgu  olmayan sayın Adnan Oktar bu suçlamadan dolayı cezaya çarptırılmıştır. Söz konusu karara itiraz edilmiş olup, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde istinaf incelemesi halen devam etmektedir. 

Durum böyleyken, uzun yıllardır gazetecilik yapan ve haksız suçlamalarla hakkında iddianameler düzenlenmiş hatta aylarca hapiste yatmış olan Barış Terkoğlu, nasıl olur da meslek etik ilkelerini ayaklar altına alarak hiçbir araştırma yapmadan, konunun taraflarına sormadan insanları suçlu gibi gösterecek bir köşe yazısı kaleme alabilir? Bu şartlar altında haklı olarak aklımıza şu sorular gelmektedir. Acaba:

1. Barış Terkoğlu, yakın akrabası ve davada yargılanan (sözde) etkin pişmanlardan Murat Terkoğlu’nu koruma–kurtarma amacıyla, camiaya karşı gözü kapalı iftira kampanyası yürütmesi için yapılan yönlendirmeye harfiyen tabi olma gayreti içinde midir? 

2. Barış Terkoğlu aynı amaçla, istinaf incelemesinde sona yaklaşılan bu dönemde yüksek yargıyı etkileme amacıyla mı bu tarz suçlayıcı ve gerçek dışı içerikte yazılar kaleme almaktadır? 

3. Barış Terkoğlu, aynı mensubu olduğu Odatv ve Halktv camiası gibi Sayın Adnan Oktar ve arkadaş grubuna ideolojik olarak kökten karşıt olduğu için körü körüne kendince  ideolojik bir mücadele yürüttüğünü mü sanmaktadır?

Barış Terkoğlu’nun Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında, kulaktan dolma asılsız dedikodulardan yola çıkarak, alenen kişilik haklarını hedef alan tek yazısı bu değildir. Uzunca bir süredir benzer tutumunu sürdürmektedir. Kendisinin, basınımızda modern, iyi eğitimli, ilerici ve aydın kişilerin sayısının artmasından mutluluk duyacağımızdan şüphesi olmasın. Bununla birlikte, hakkımızda merak ettiği her konunun cevaplarını da en doğru olarak, kendisini yanlış yönlendirmeye çalışan husumetli, art niyetli kişi ve çevrelerden değil, ancak bizden öğrenebileceğini bir kez daha bu vesileyle kendisine hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.