TMSF'NİN KANUNSUZ ATAKLARI YAPILAN HUKUKSUZLUKLARI GİZLEME TELAŞININ GÖSTERGESİDİR

Camiamıza düzenlenen MALİ KUMPAS'ın son ayağı geçtiğimiz günlerde gerçekleşti.

TASARRUF MEVDUATI SİGORTA FONU ya da bilinen kısa adıyla TMSF'nin resmi internet sitesinde “Adnan Oktar Silahlı Terör Örgütü Şirketleri Menkul Satışı” başlığı altında bir ihale duyurusu yayınlanmıştır. Ardından bu duyuru aynı gün içerisinde internetten yayın yapan çok sayıda haber sitesinde ve sosyal medya hesaplarında paylaşılmış ve hızla kamuoyuna servis edilmiştir.

Öncelikle, ihale duyurusunda kullanılan “Silahlı Terör Örgütü” ifadesinin, duyuruyu hazırlayan TMSF yetkilileri tarafından özel olarak seçilmiş, art niyetli, gerçek ve kanun dışı bir ifade olduğunu belirtmek istiyoruz. Konunun detaylarına ise açıklamamızın ilerleyen bölümlerinde yer vereceğiz. 

TMSF’de görev yapan temiz ve dürüst tüm vatandaşlarımızı, memurlarımızı bu yaşananlardan tenzih ederiz. Ancak, sayıca az da olsa devletin birçok kurumunda olduğu gibi TMSF’de de çöreklenmiş, beyni dışarıda hukuk dışı bir yapılanma olduğu gerçeği herkesçe bilinmektedir. 

TMSF tarafından hazırlanan bu ihale duyurusu vesilesiyle;

➤ TBAV camiası mensubu arkadaşlarımızın mal varlıklarına ve şirketlerine tek bir gün içerisinde usulsüz olarak nasıl el konulduğunu, 

➤ Şirketlerin yönetimlerine normal kayyumların değil de yasa ve yönetmeliklere tümüyle aykırı olarak, neden ısrarla TMSF Kayyumları'nın atanmasına çalışıldığını, 

➤ Bunu gerçekleştirebilmek için kimlerin hangi usulsüzlüklere imza atmış olduklarını,

➤ Arkadaşlarımızın mal varlıkları ile şirketlerine ve helal kazançlarına, -son günlerin moda deyimi ile- nasıl çökülmüş olduğunu ve TMSF Kayyumlarının usulsüz işlem ve uygulamalarıyla şirketlerin içlerinin boşaltılıp, şirketlere ait menkul ve gayr-ı menkullerinin yok pahasına alelacele kimlere ve nasıl sattıklarını, şirketleri nasıl iflasa sürüklendiklerini,

➤ Ve gelinen son noktada, TMSF'nin artık elinde son kalan Müslümanların ceket, palto, kravat gibi eşyalarını dahi satma derdine düşmüş olduğunu 

tüm detayları ile değerli kamuoyumuzla paylaşmak istiyoruz. 


MALİ KUMPAS ADIM ADIM NASIL HAZIRLANDI?

2018 senesinde düzenlenen polis operasyonu sonrasında Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın tutuklanmalarıyla beraber, 231 arkadaşımızın tüm mal varlıkları ile arkadaşlarımıza ait 86 şirkete yasalara aykırı şekilde el konulmuş, ardından dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz'ın organizatörlüğünde bir dizi kanunsuz işlem ve uygulama yapılarak şirketler usulsüz şekilde TMSF kayyumluğuna devredilmiştir. 

Bu usulsüz ve yasalara aykırı işlem ve uygulamaların detayları ile, dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili HASAN YILMAZ'ın buradaki rolünün anlaşılabilmesi için, MALİ KUMPASIN NASIL ADIM ADIM YÜRÜTÜLDÜĞÜNÜ maddeler halinde ve bir zaman çizelgesi ile açıklamakta fayda görüyoruz. Şöyle ki:


–1–
11 Temmuz 2018 polis operasyonundan 6 ay önce, İstanbul Mali Şube Müdürlüğü tarafından 10 Ocak 2018 ve 11 Ocak 2018 tarihlerinde ardı ardına 2 kez arkadaşlarımızın soruşturmaya konu şirketleri hakkında MASAK Raporu alınması talep edildi. Ancak, her iki talep de soruşturma savcısı tarafından, “soruşturma kapsamındaki iddialar ile bir alakası olmadığı” gerekçesiyle reddedildi. Talep dosyasında MASAK İNCELEMESİNİ GEREKTİREN BİR İDDİA VEYA SOMUT BİR DELİL BULUNMUYORDU.



–2–
Soruşturma savcısının bu 2 RED kararı üzerine, bu kez dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili HASAN YILMAZ bizzat olayı ele aldı ve dosyanın husumetli müştekisi ÖZKAN MAMATİ devreye sokuldu. Özkan Mamati, 18 Ocak 2018 tarihinde GECE SAAT 21.20’de Mali Şube'ye APAR TOPAR 3. KEZ ifade vermeye gitti. Bu ifadesinde, ise arkadaşlarımıza yönelik (MASAK RAPORU ALABİLMEK İÇİN GEREKEN) bir takım sözde "dolandırıcılık" iddialarını içeren yeni ithamlar ortaya attı. İlginç olan, Özkan Mamati daha önceki 2 ifadesinde de böyle bir iddiadan hiç bahsetmemişti (!) Her nasılsa, MASAK RAPORU İÇİN ALELACELE –UYDURMA DA OLSA– MALİ İÇERİKLİ BİR BAHANE GEREKİNCE gece yarısı aniden hatırlayıp Mali Şube'ye koşmuştu.



–3–

İstenen bahane –suni olarak da olsa– elde edilince, Savcı Hasan Yılmaz, hemen Özkan Mamati’nin 3. Emniyet ifadesindeki iddialarını gerekçe göstererek arkadaşlarımıza ait 10 farklı şirket için MASAK'tan inceleme raporu talep etti.


– 4–
Bunun üzerine, MASAK tarafından 29 Mart 2018 ile 05 Haziran 2018 tarihlerinde iki ayrı MASAK raporu hazırlandı. Her iki raporda da talep üzerine sadece 10 şirket hakkında inceleme yapıldı ve incelenen bu 10 şirkete ait defter ve hesaplarda SOMUT SUÇ ŞÜPHESİ BULUNMADIĞI belirtildi. Yani hazırlanan MASAK raporlarında -Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz'ın ihtiyaç duyduğu- şirketlere kayyum atanmasını gerektirecek bir makul şüpheye rastlanılmamıştı.



–5–
Buna rağmen, Savcılık Makamı, MASAK tarafından incelemesi yapılan ve HERHANGİ BİR SUÇ ŞÜPHESİNE RASTLANMAYAN BU 10 ŞİRKET ile birlikte, HAKLARINDA HİÇBİR İNCELEME YAPILMAMIŞ BAŞKA 76 ŞİRKET, yani toplam 86 şirket ve 235 kişi hakkında, "tüm mal varlıklarına el koyma ve TMSF’den kayyum atanması" talebiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne başvurdu. Aynı Savcılık Makamı, Mahkeme'ye talepte bulunurken sözde "tüm bu şirketler için MASAK raporu olduğunu"  AÇIKÇA GERÇEĞE AYKIRI OLARAK beyan etti.



–6–
Savcılık Makamı'nın bu akıllara durgunluk veren, gerçek dışı beyanına dayalı hukuksuz talebini bir başka akıl almaz ve görülmemiş hukuksuz olay takip etti: Sulh Ceza Hakimi, sırf Savcı'nın beyanından hareketle hiçbir inceleme gereği duymadan, ŞİRKETLERİN 10'U HAKKINDA ZATEN LEHE OLAN, DİĞER 76'SI HAKKINDA İSE HİÇ OLMAYAN HAYALİ MASAK RAPORLARINI GEREKÇE GÖSTEREREK 07 Haziran 2018 tarihinde bahsi geçen 86 şirket ve 235 kişinin tümü için TEK BİR GÜN İÇİNDE, "tüm mal varlıklarına el konulması ve şirketlerin hepsine TMSF'nin kayyum ataması" kararı çıkardı.



–7–

Haklarında MASAK raporu dahi bulunmayan şirketlere kayyum atanması kararındaki usulsüzlüğün yanında, buradaki DİĞER BÜYÜK BİR USULSÜZLÜĞÜ de TMSF FARKETTİ. TMSF, 11 Temmuz 2018 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir yazı yazarak 6758 sayılı kanunun 19/2. maddesi uyarınca TMSF'nin kayyum olarak atanabilmesi için “OLAĞANÜSTÜ HAL (OHAL) OLMASI” ve ilgili şirketlerin “TERÖR ÖRGÜTLERİ İLE BİR BAĞ veya İLTİSAKI” olması şartlarının gerektiğini savcılığa hatırlattı. BU ŞARTLARIN HİÇBİRİ OLUŞMADIĞI İÇİN SULH CEZA MAHKEMESİ'NİN KARARINI UYGULAMAKTA TEREDDÜTLERİ OLDUĞUNU bildirdi. El konulan 86 şirkete de kayyum ataması yapmadı.


–8–

TMSF'nin bu usulsüzlük uyarısı üzerine tekrar devreye sokulan ÖZKAN MAMATİ, 23 Temmuz 2018 tarihinde GECE SAAT 23.10’da alelacele 20. KEZ Mali Şube'ye giderek camiamızın güya FETÖ'yle bağlantısı olduğuna dair bir takım uydurma ve mesnetsiz iddialarda bulundu. O ana kadar 7 ayrı kez ifade ve 12 ayrı kez sözde delil sunumu için Mali Şube'ye gitmiş olan Özkan Mamati, toplam 19 gidişte aklına gelmeyen hayali FETÖ iltisakını her ne hikmetse 20. gidişinde aniden hatırlayıverdi. Tam da TMSF'nin kayyum atayabilmek için FETÖ iltisakı gerekçesine ihtiyacı olduğu sırada...


–9–
Böylelikle soruşturma savcıları 13 Eylül 2018 tarihinde, şirketlere TMSF'yi Kayyum olarak atayabilmek için ihtiyaç duydukları sözde "terör örgütü bağlantısını” Özkan Mamati’nin gece yarısı apar topar verdiği bu 20. ifade ile oluşturdular. Ardından şirketlere TMSF’nin kayyum olarak atanması için YENİDEN ve ALELACELE birden çok mahkemeye birden çok kereler başvurarak mahkemeler üzerinde adeta bir baskı unsuru oluşturdular.



–10–

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bu ısrarlı talebini değerlendiren İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği de, 20 Eylül 2018 tarihinde talebi kabul etmiş ve aradaki usulsüz uygulamaların tamamını görmezden gelerek 86 şirkete birden TMSF’nin kayyum olarak atanması kararını vermiştir.


NEDEN ÖZELLİKLE TMSF KAYYUMLARINDA ISRAR EDİLDİ?

Arkadaşlarımızın sahibi ya da ortağı oldukları bu 86 şirketin yönetimlerine niçin normal kayyumların değil de, ısrarla TMSF kayyumlarının atanması için uğraşıldığı, bunun için bizzat dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz'ın niçin devreye girdiği ve göz göre göre bir dizi usulsüzlüğe nasıl imza atıldığı da TMSF kayyumlarının göreve başlamalarıyla birlikte kısa süre içerisinde anlaşıldı. 

Hatırlanacağı üzere 2017 Yılının sonlarına doğru, bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayınlandı ve basına “Kayyumlara Yargı Zırhı” şeklindeki haberlerle yansıdı. Bu KHK'ya göre, TMSF'nin kayyum olarak atandığı şirketleri yöneten kayyumlara “görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluk yüklenemeyeceği” açıklanıyordu. 

Nitekim, Kanun Hükmünde Kararname ile böylesi bir koruma kalkanına bürünen TMSF Kayyumları da boş durmadılar. Arkadaşlarımızın sahibi ya da ortağı oldukları şirketlerin yönetimlerine müdür olarak atanmalarıyla birlikte bu "dokunulmaz" kayyumlar;

‼️ Şirketlerin kasasında ve banka hesaplarında paraları olmasına rağmen resmi şirket borçlarını bilerek ödemediler ve şirketleri borca batık duruma düşürdüler, 

‼️ Şirketlerin kasalarında ve banka hesaplarında bulunan paralarla şirketlerin cari borçlarını ödemek yerine, bu paraları kayyumlara maaş ödemesi adı altında hesaplardan adeta sıfırladılar,

‼️ 86 şirketin tümüne birden kayyum olarak tayin edilen 4-5 müdüre, 86 şirketin her birinden ayrı ayrı maaş ödemeleri yaptılar. Hatta bu şirketlerin arasında halihazırda tasfiye halinde olduğu için ticari olarak faal olmayanlarından dahi maaş talebinde bulundular,

‼️ Banka hesabında veya kasasında parası olmayan ya da ticareten faal olmayan şirketlerden de maaş alabilmek için, yasalara açıkça aykırı olmasına rağmen Servet transferi yolu ile banka veya kasasında para olan şirketlerden varlığı olmayan şirketlere yasa dışı para transferleri yaparak bazı şirketlerin hesaplarını bu yolla boşalttılar,

‼️ Şirketlere ait ticari araçlar ile menkul ve gayrimenkulleri de hızlıca nakite döndürmek amacıyla, değerlerinin çok çok altındaki bedellere sattılar.

Böylelikle arkadaşlarımıza ait şirketler, TMSF Kayyumlarının bu usulsüz yol ve yöntemleri sayesinde önce içleri boşaltılarak iflasa sürüklendiler. Ardından ise basında “Kayyumlara Yargı Zırhı” olarak yer alan, adaletten uzak kararname ve yönetmeliklerin arkasına sığınılarak, satılmaya ya da tasfiye edilmeye başlandılar

Mali kumpasın son aşaması olarak ise, geçtiğimiz gün TMSF'nin internet sitesindeki ihale ilanı ile duyurulan ve aynı gün içerisinde internetten yayın yapan çok sayıda haber sitesi ile sosyal medya hesaplarında da yer alan, TMSF'nin artık elinde son kalan Müslümanların ceket, palto, kravat, pantolon gibi kıyafetlerinin satılması aşamasına geçildi. 

Böylelikle, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik olarak 11 Temmuz 2018 tarihinde düzenlenen polis operasyonundan çok daha önce arkadaşlarımıza ait para ve mal varlıkları ile şirketlere el konulmasının amaçlandığı açıkça ortaya çıktı. Bu amaçla şirketlere normal kayyumların değil de işlem ve uygulamalarında yasal sorumlulukları bulunmayan ve yargı zırhı ile korunmakta olan TMSF kayyumlarının atanması için özel bir çaba sarf edildiği anlaşılmıştır. Bunu gerçekleştirebilmek için de akıllara durgunluk veren hukuksuzluklara, usulsüzlüklere imzalar atıldığı, aleni görev ve yetki suistimalleri yapılmış olduğu artık tüm detaylarıyla gözler önüne serildi.


TMSF, NEDEN CAMİAMIZ HAKKINDA, DAVA DOSYASINDA BİLE YER ALMAYAN "TERÖR ÖRGÜTÜ" İBARESİNİ ÖZELLİKLE KULLANARAK KENDİNCE BİR KARALAMA ÇABASINA GİRDİ?

TMSF'nin internet sitesi üzerinden yayınladığı ihale duyurusunda niçin özellikle “Silahlı Terör Örgütü” ibaresini kullanmış olduğu konusuna dönersek...

Terör örgütü olduğu konusunda kimsenin en ufak bir şüphe dahi duymadığı FETÖ'ye ait şirketlerin ihale duyurularında bile, geçmişte TMSF tarafından “Terör Örgütü” ibaresi kullanılmamıştır. Peki, şimdi ne olmuştur da konu Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamız olduğunda, TMSF böyle bir anormalliğe gerek duymuştur?

TMSF yetkilileri daha ilk günden itibaren kamuoyunda Adnan Oktar Davası olarak bilinen ve Sn. Adnan Oktar ile birlikte 231 arkadaşımızın yargılanmakta oldukları davanın dosya içeriğini yakinen bilmekte ve takip etmektedir. Hatta İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kendilerinin kayyum olarak görevlendirilmeleri konusunda yapılan usulsüzlüğü bile fark ederek başsavcılığı uyaracak derecede dosyaya hakimdirler. 

Ancak ne var ki TMSF yetkililerinin son derece hakim oldukları bu dava dosyasında, ne Sn. Adnan Oktar, ne de arkadaşlarımız hakkında herhangi bir TERÖR ÖRGÜTÜ İTHAMI" yoktur. Gerçekte de tüm Türk halkının onyıllardır yakinen şahit olduğu üzere, ortada böyle bir “SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ” de yoktur. 

Dosyanın iddianamesi ile yerel mahkeme tarafından verilen kararda da “SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ” suçlaması yer almamaktadır.

Peki dava dosyasına en ince ayrıntılara kadar hakim olan TMSF yetkililerinin, ortada herhangi bir silahlı terör örgütü olmadığını, hatta terör örgütü suçlamasının bile bulunmadığını bilmelerine rağmen, ihale duyurusunda böyle bir anormalliğe imza atarak “Terör Örgütü” ibaresini kullanmaya iten sebep ne olabilirdi?

Kanaatimizce TMSF yetkilileri, 

➤ Gerek arkadaşlarımıza ait 86 şirkete kayyum olarak atanmalarının yasalara aykırı ve usulsüz olduğunu daha en başından biliyor olmalarından, 

➤ Gerek kayyumluk görevlerini ifa ettikleri esnada yapmış oldukları kanunsuz ve usulsüz uygulamalarla şirketlerin içlerinin boşaltılıp, şirketlerin menkul ve gayr-ı menkul tüm mal varlıklarını alelacele yok pahasına satıp nakit paraya çevirmiş olmalarından,

➤ Gerekse tüm bu usulsüz uygulamalarından dolayı şirketlerin iflasa sürüklenmiş olmaları ile sebebiyet verdikleri devasa zarar ve mağduriyetlerden ötürü,

kapıldıkları suçluluk psikolojisi ve deşifre olma telaşıyla böyle asılsız bir ithamı gündeme getirip dikkatleri kendi üzerlerinden ve işledikleri galiz yasa dışı eylemlerden kaçırmayı düşündüklerini tahmin ediyoruz.

Ayrıca, bu ihale duyurusunun kamuoyunda haber olacağını da tahmin ettiklerinden, “ileride bir kanun ya da yönetmelik değişikliği olur da, yaptıkları kanunlara aykırı çok ağır suistimaller sebebiyle eğer yargılanmak durumunda kalırlarsa” diye usulsüzlüklerine şimdiden bir kulp bulmak ve kamuoyunda kendilerini haklı gösterecek bir algı oluşturabilmek amacıyla, kasten böyle suçlayıcı bir ifade kullanmayı da tercih etmiş oldukları kanaatindeyiz. 


SONUÇ OLARAK

Unutulmamalıdır ki tarihin hiçbir döneminde Müslümanların helal kazançlarına, paralarına, mallarına, mülklerine kanunsuz ve usulsüz yollarla el konulması, bundan bir çıkar umanlara bekledikleri çıkarı asla sağlamamıştır. Aksine her zaman bir bela ve uğursuzluk olarak geri dönmüştür. Haksız ve hukuksuz haram kazanç mutlaka yanında yıkımı ve felaketi de getirir.

Emniyet ve Yargı gibi devletin en kritik kurumlarında ve mevcut bürokrasi içerisine çöreklenmiş, İngiliz derin devletinin talimat ve yönlendirmesiyle hareket eden karanlık yapılanmanın özel çalışmaları sonucunda Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında başlatılan kumpas davasında, İngiliz derin devleti ve yerli uzantıları, artık Müslümanların eski ceketini, paltosunu, kravatını satma durumuna kadar düşmüştür.

Devletimizin imkanlarını suistimal eden bazı derin devleti kriptolarının, gelinen son noktada Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yıllarca giyip kullandıkları eski kıyafetlerine bile kafayı takmış olmalarını, eskilerini satıp paraya çevirme derdine düşmelerini, İngiliz derin devleti olan Deccaliyetin, son devresinde, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin veciz ifadesiyle "adileşip" giderek daha da aşağılık ve rezil bir duruma düşmesi olarak gördüğümüzü de belirtmek istiyoruz.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Adnan Oktar Davası Hakkında

Daha Geniş Bilgi İçin

https://iddialaracevap.blogspot.com