SÖZDE ETKİN PİŞMAN OLMAK ZORUNDA BIRAKILAN ARKADAŞIMIZ ALİ ŞEREF GİDER’İN DURUŞMA İFADESİNDE YER ALAN İDDİALARLA İLGİLİ HABERLERE YÖNELİK CEVAPLARIMIZ

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Sayın Adnan Oktar ve birçok camia mensubumuzun yargılandığı davanın 25.06.2020 tarihli duruşmasında, arkadaşımız Ali Şeref Gider ifade vermiştir. Tutuklu bulunduğu cezaevinde kumpasçıların yoğun baskı ve tehditleri sonucunda (sözde) etkin pişman olmak zorunda bırakılan Ali Şeref Gider, özel kurgulanarak kendisine dayatılan camiamız aleyhindeki asılsız, mesnetsiz ve gerçek dışı ifadelerin altını imzalamaya, mahkemede de bu iftiraları tekrarlamaya mecbur kalmıştır. 

Aynı yöntemle daha önce de sözde etkin pişman olmaya zorlanan arkadaşlarımızın gerçeklere tümüyle aykırı duruşma beyanları gibi, Ali Şeref Gider'in dayatılmış ifadesinden bazı bölümler de medyadaki karalama maksatlı birçok habere konu olmuştur.

Söz konusu haberlere yönelik cevaplarımıza geçmeden önce bazı somut gerçeklere değinmemiz yerinde olacaktır.

Ali Şeref Gider uzun yıllar boyunca vakıf camiamız içinde yer almış ve camiamız bünyesinde birçok sosyal, bilimsel ve kültürel faaliyete katılmış bir arkadaşımızdır. 11.07.2018 tarihli ilk polis operasyonunda gözaltına alınmamıştır. Camiamıza İngiliz derin devletinin öncülüğünde bir komplo kurulduğunu, ortada işlenmiş hiçbir suç olmadığını, kendisinin de hayatında hiçbir suça karışmadığını kendisi de gayet iyi bilmektedir. Bu nedenle de tutuklandığı tarihe kadar camiamızla olan ilişkisini sürdürmekte bir beis ve sakınca görmemiştir. Öyle ki, 2019 yılının Aralık ayında tahliye edilip ev hapsine alınan bazı arkadaşlarımıza geçmiş olsuna ziyaretlerine gitmiş, hatta sosyal medyada bu ziyaretleriyle ilgili resimler dahi paylaşılmıştır.

Ancak, Ali Şeref Gider geçtiğimiz Mart ayında yapılan bir polis operasyonuyla apar topar gözaltına alınmıştır. Emniyetteki ifadesinde, gerek kendisine gerekse camiamıza yönelik tüm suçlamaları reddetmiştir. Emniyette yalnızca gerçekleri söylediği ve arkadaşlarına iftira atmadığı için tutuklanan Ali Şeref Gider, Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na sevk edilmesinin ardından, daha önceden birçok arkadaşımızın maruz kaldığı şekilde bazı kumpasçı avukatları tarafından yürütülen baskı ve tehditlerin aynısıyla karşılaşmıştır. Bunların, güya "uzun yıllar boyunca cezaevinden çıkamayacağı, devletin camiamızın üzerini çizdiği, kurtulmanın tek çaresinin (pişmanlık duyacağı herhangi bir hatası olmadığı halde) "etkin pişmanlık hükümleri"nden yararlanmak olduğu" şeklindeki baskı ve tehditlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bunun neticesinde de, içeriğini kumpasçıların belirlediği iftiraları, asılsız ifadeleri anlatmayı kabul etmiştir. Cezaevinden kurtulmak için ne kendisinin ne de camiamızın asla işlememiş olduğu uydurma hayali suçları, iftiraları güya gerçekmiş gibi anlatmıştır. İşte, 25.06.2020 tarihli bazı haberlere konu olan da kendisine baskı ve tehditle dikte edilmiş bu gerçek dışı ifadelerdir.

Kumpasçıların hazırladığı bu iftira ve yalanlar, Ali Şeref Gider'e olduğu gibi daha önceden de bazı arkadaşlarımıza ve camiamızla bağlantısı bulunmuş olan bazı masum genç kızlara zorla söylettirilmiştir. Böylelikle, somut ve gerçek hiçbir suç delili ya da suç unsuru içermeyen dava dosyamız suni ve hukuksuz olarak bu uydurma suçlamalarla doldurulmaya çalışılmıştır

Tüm bu aleni haksızlık, hukuksuzluk, iftira ve karalamalarla, esas hedeflenen, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın çok yüksek cezalar alarak ömürlerinin kalan kısmını cezaevinde geçirmelerini sağlamak ve bu sayede dünya çapında Allah’ın varlığını, birliğini, İslam Birliği’ni, devletin bölünmez bütünlüğünü anlattığımız, savunduğumuz kültürel faaliyetlerimizi, İngiliz derin devleti ve bunun yönettiği bölücü şer güçlerin oyunlarını her seferinde bozmasını engelleyebilmektir. Bu suretle de Sayın Cumhurbaşkanımız ve hükümetimize en büyük, en akılcı ve etkili ilmi, fikri ve manevi desteği kesebilmektir.

ANCAK, TÜRK ADALETİNİN VE YÜCE TÜRK MAHKEMELERİNİN BU KAHPE OYUNU BOZACAĞINA OLAN İNANCIMIZ TAMDIR.

Ali Şeref Gider’in 25.06.2020 tarihli bazı haberlere yansıyan mahkeme ifadesindeki asılsız suçlamalar hakkındaki gerçekler ise şöyledir:


Ali Şeref Gider’in İfadesinde Dile Getirdiği ve Dosyada Cinsel Sömürü Düzeni Olarak Tarif Edilen “Turnike” İsimli Sistem Tümüyle Hayali Bir İthamdır

Camiamıza karşı kurulan komploda en çok başvurulan ve planlı bir karalama ve itibarsızlaştırma malzemesi olarak medyada sık sık gündeme getirilen asılsız ve hayali suçlamaların başında cinsel saldırı/istismar suçlamaları gelmektedir. Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi son yıllarda ülkemizde de artışa geçen ve toplumumuzda büyük infiale yol açan cinsel saldırı ve istismar suçları, kamuoyunun camiamıza karşı tahrik edilmesi ve öfkelendirilmesi amacıyla özel olarak bir algı unsuru olarak seçilmiş ve kulanılmıştır. Tümüyle asılsız ve mesnetsiz iftiralar, yalan beyanlar altında toplanarak, hakkımızda ortaya atılan diğer uydurma ve hayali senaryolara katılmıştır.

Sayın Adnan Oktar'ı ve arkadaşlarımızı güya cinsel suçlar işleyen insanlarmış gibi gösterebilmek için camiamızla geçmişte ilişkisi olmuş ya da operasyon sabahına kadar camiamızın mensubu olarak yaşamış insanlar hedef seçilmiştir. Bu kişiler, gerek operasyon öncesinde gerekse sonrasında bazı husumetli müştekiler tarafından tehditlere maruz kalırken, bunlara bağlı bazı avukatlar aracılığıyla da korkutulmuşlardır.

ÇEŞİTLİ DÖNEMLERDE CAMİAMIZLA, ARKADAŞLARIMIZLA TANIŞIKLIĞI OLMUŞ BAZI MASUM VE MAZLUM GENÇ KIZLAR, HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER VE ONLARA BAĞLI BİR KISIM AVUKATLAR VASITASIYLA YOĞUN VE ŞİDDETLİ BASKILARA UĞRAYARAK DEHŞETE DÜŞÜRÜLMÜŞLERDİR. GÜYA CİNSEL SALDIRIYA VEYA İSTİSMARA UĞRADIKLARI YÖNÜNDE SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZ ALEYHİNDE İFADE VERMEZLERSE, MEDYA VE SOSYAL MEDYADA HER ÇEŞİT İFTİRAYLA KARALANACAKLARI, HAYATLARININ SONA ERECEĞİ, GELECEKLERİNİN KARARACAĞI, DOSYAYA ŞÜPHELİ SIFATIYLA KATILARAK HAPSE ATILACAKLARI YA DA TUTUKLUYSALAR ÖLENE KADAR CEZAEVİNDEN ÇIKAMAYACAKLARI, GÜN YÜZÜ GÖREMEYECEKLERİ GİBİ ASILSIZ TEHDİT VE YALANLARLA İRADELERİ VE DİRENÇLERİ KIRILMIŞTIR.

İşte bu zor, baskı ve tehditler karşısında yapayalnız kalan, dehşete kapılan genç kızların birçoğu kendilerini, ailelerini, hayatlarını, geleceklerini, işlerini, varlıklarını, özgürlüklerini kurtarabilme korkusu içinde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında hayali ve uydurma senaryolara dayalı gerçek dışı cinsel ithamlarda bulunmaya mecbur bırakılmışlardır.

İşte bahsini ettiğimiz asılsız cinsel suçlamalar, arkadaşlarımızın yargılandığı dosyada "turnike" ismi verilen hayali bir cinsel istismar sistemiyle adlandırılmıştır. Hayali turnike sisteminde birçok genç kızın sözde örgütün erkek mensupları tarafından güya cinsel saldırı ve istismarlara maruz kaldığı ileri sürülmüştür. Komplocuların asıl hedefi Sayın Adnan Oktar olduğu için de, her iftira konusunda olduğu gibi, bu hayali sistemi kuran, talimatlarını veren ve yönlendirenin de güya Sayın Adnan Oktar olduğu yalanı ortaya atılmıştır.

Arkadaşımız Ali Şeref Gider de dayatılmış ifadesinde, kumpasçılar tarafından aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı oluşturma amacıyla üretilmiş "turnike adı verilen uydurma, hayal ürünü bir sözde cinsel sömürü sistemini kabul etmek zorunda bırakılmıştır. Daha önceden, sözde etkin pişman olmak zorunda kalan arkadaşlarımızda olduğu gibi, ona da güya “turnike” adı verilen sisteme dair özel kurgulanmış gerçek dışı senaryolar anlattırılarak halkımızın infial oluşturmak amaçlanmıştır.

Gerçekte ise;

  1. Dosyadaki sözde “turnike sistemi” mağdurlarının Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından yapılanbedensel ve ruhsal muayelerinde hiçbir cinsel saldırıya maruz kalmadıkları kesin bir biçimde ortaya konmuştur. Bu kişilerin aklen ve ruhen karşılaşacakları olayların fiili sonuçlarını idrak etmeye de gayet muktedir oldukları anlaşılmıştır. YALNIZCA BU ADLİ TIP RAPORLARI BİLE, DOSYADAKİ SÖZDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARININ TAMAMEN İFTİRA OLDUĞUNU KANITLAMAYA YETERLİDİR.
  2. Hiçbir sözde cinsel saldırı veya "turnike" mağduru, iddia ettiği hayali olaylar sonrasında EMNİYET, SAVCILIK GİBİ RESMİ MAKAMLARA BAŞVURUP ŞİKAYETÇİ OLMAMIŞTIR. Çünkü, şikayetçi olunacak hiçbir olay yaşanmamıştır.
  3. Hiçbir sözde "turnike" mağduru, ifadesinde anlattığı hayali saldırıların ardından hastaneye başvurmamış ve iddiasını somut ve net bir biçimde doğrulayacak herhangi bir SAĞLIK RAPORU ALMAMIŞTIR. Çünkü hiçbir cinsel saldırıya uğramamıştır.
  4. Hiçbir sözde "turnike" mağduru, iddiasını doğrulayacak hiçbir somut kanıta veya belgeye sahip değildir. Örneğin, DNA kalıntısı içeren herhangi bir giyim eşyası gibi...
  5. Sözde” turnike sistemi” mağdur olduklarını iddia eden bayanların uğradığı sözde cinsel saldırı olaylarının hiçbir tanığı yoktur. Nitekim, yerleşik Yargıtay içtihatları ve emsal mahkeme kararları uyarınca, MAĞDURUN SAĞLIK RAPORUNUN, TANIĞININ VEYA HERHANGİ BİR SOMUT DELİLİLİN OLMAYIŞI, İDDİALARININ GERÇEK OLMADIĞINA dair çok önemli bir karine teşkil etmektedir. 
  6. Dosyadaki cinsel saldırı olaylarından birçoğunun güya yıllar önce yaşandığı iddia edilmektedir. Bu durumla ilgili yerleşik Yargıtay içtihatlarında ve emsal mahkeme kararlarında ise, "MAĞDURUN YILLAR SONRA ŞİKAYETTE BULUNMASI, İDDİALARINDA SAMİMİ OLMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR.tespiti yer almaktadır.
  7. TBAV camiasına yapılan operasyon gününe kadar iki yıl boyunca Savcılık ve Emniyet tarafından aralıksız teknik takip yapılmıştır. Ancak, BU SÜREÇ BOYUNCA HİÇBİR SUÇ UNSURUNA RASTLANMADIĞI GİBİ, HİÇBİR CİNSEL SALDIRI VAKASINA YA DA MAĞDURUNA DA RASTLANMAMIŞTIR. Zira, bu teknik takip sırasında en küçük bir tecavüz şüphesine dahi rastlanmış olsa polisimizin derhal suçüstü müdahale edip sözde tecavüz mağdurunu kurtarması gerekirdi. Oysa, böyle bir durum hiçbir zaman yaşanmamıştır. 
  8. Dosyada güya cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden kadınların hiçbiri, bu sözde saldırılar nedeniyle emniyete, savcılığa başvurmadığı, doktora, hastaneye bile gitmediği gibi, GÜYA DEFALARCA YAŞADIKLARI BÖYLESİNE KORKUNÇ BİR OLAYI NE AİLELERİNE NE ARKADAŞLARINA NE DE EN YAKINLARINA DAHİ ANLATMAMIŞ, ONLARDAN HİÇBİR YARDIM İSTEMEMİŞTİR. Bu da hayatın doğal akışına son derece aykırı, mantıksız ve anlaşılamaz bir durumdur.
  9. Dosyadaki sözde mağdurların tamamı ifadelerinde, kendilerine güya cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettikleri kişileri çok sevdiklerini, onlarla aylarca, yıllarca görüştüklerini, hatta bu görüşmeler için kendilerinin ısrarcı olduklarını, ONLARLA EVLENMEYİ İSTEDİKLERİNİ, bir kısmı da aileleriyle tanıştırdıklarını dile getirmektedir. Oysa, bu ifadeleri sözde cinsel saldırı iddialarıyla çok büyük çelişki halindedir.
  10. Sözde mağdur olduklarını iddia eden bayanların büyük bölümü yıllarca vakfımız bünyesindeki birçok kültürel etkinliğe gönüllü olarak katılmışlardır. Bu etkinliklerde ve diğer çok çeşitli sosyal ortamlarda her fırsatta arkadaşlarımızla çok yakın ve samimi olduklarını vurgulayan yüzlerce fotoğraf çektirip bunları sosyal medyadan yıllarca paylaşmışlardır. Camiamızda bulundukları dönemde çektirdikleri bu fotoğraflarda son derece neşeli, sevinçli, güler yüzlü ve sevgi dolu görünümlere, yüz ifadelerine sahiplerdir; her hallerinden, çok eğlendikleri ve mutlu oldukları apaçık ortadadır. Herkesin gözleri önündeki bu açık gerçeğe rağmen, SÖZ KONUSU BAYANLARIN YILLAR BOYU BÖYLE YAKIN VE SAMİMİ ARKADAŞLIK İLİŞKİSİ SÜRDÜRDÜKLERİ KİŞİLERDEN BİR ANDA TOPLU HALDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARIYLA ŞİKAYETÇİ OLMALARI SON DERECE ANORMALDİR. GERÇEKTE BAMBAŞKA KİMSELER TARAFINDAN TEHDİT VE BASKI ALTINA ALINDIKLARININ, ZORLA BÖYLE DAVRANMAYA MECBUR BIRAKILDIKLARININ BARİZ BİR KANITIDIR.
  11. Cinsel saldırı gibi çok büyük bir fiziksel ve duygusal travmayı, hem de defalarca yaşadığını iddia eden bir kadının normalde, kendisine defalarca cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettiği kişilerle, değil bir daha yanyana gelmek, onların yüzünü dahi görmek istememesi gerekir. Dahası, İDDİA ETTİĞİ GİBİ BİR MAĞDURİYETİ GERÇEKTEN YAŞAMIŞ OLSA, arkadaşlarımızla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz ortamlara ve etkinliklere güle oynaya katılması, onlarla birlikte fotoğraf karelerine rahat, neşeli, güler yüzlü, mutlu-mesut pozlar vermesi ve bunları kendi sosyal medya hesaplarında paylaşması ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR.
  12. Her gün gazetelerden, televizyon ekranlarından cinsel saldırıya uğrayan zavallı genç kız ya da kadınların nasıl perişan bir hale geldiklerini, hayatlarının nasıl mahvolduğunu, çoğunun ruhi bunalıma girdiğini, yaşamdan koptuğunu, hatta bazılarının intihara bile teşebbüs ettiklerini yakinen görmekteyiz. Oysa, dosyadaki sözde mağdur bayanların tamamı sözde eylemlere maruz kaldıklarını iddia ettikleri tarihlerde bu son derece aktif bir sosyal yaşam sürdürmektedir. Kimisi iş, okul hayatlarına devam ederken kimisi spor, dans, tiyatro, gezi, alışveriş, vb. aktivitelerinden hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Sokaktaki rastgele herhangi bir bayandan çok daha mutlu, neşeli, dolu dolu, aktif bir yaşam sürmektedirTARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE, DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BU TÜR SÖZDE TECAVÜZ MAĞDURLARI NE GÖRÜLMÜŞ NE DE DUYULMUŞTUR.

İşte, tüm bunlar ve benzeri, bariz çelişki ve mantıksızlıklar, dava dosyasındaki sözde "TURNİKE", cinsel saldırı gibi iddiaların hiçbir hukuki ve kanuni değeri ve dayanağı olmadığı gibi, akla, mantığa, vicdana ve hayatın doğal akışına da tümüyle aykırı olduğunun çok önemli kanıt ve göstergeleridir.

NORMAL ŞARTLARDA KANITLANMASI, DOĞRULANMASI SON DERECE KOLAY OLAN CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR İDDİADA, BURAYA KADAR AÇIKÇA GÖRDÜĞÜMÜZ ÜZERE, TEK BİR SOMUT DELİL, BELGE VE İSPAT DAHİ SUNULAMIYORSA, BU DURUM İDDİALARIN TÜMÜYLE GEÇERSİZ VE GERÇEK DIŞI OLDUĞUNUN, TÜMÜYLE İFTİRADAN İBARET OLDUĞUNUN APAÇIK BİR GÖSTERGESİDİR. 

Dava dosyasında bahsi geçen yüzlerce sözde cinsel saldırı olayının, değil tamamı ya da bir bölümü, tek bir tanesi bile buraya kadar saydığımız somut, maddi, teknik, akli ve vicdani delillere sahip değildir. Dolayısıyla Ali Şeref Gider’in ifadesinde geçen “turnike şampiyonası”, “turnike sistemiyle kızların kibirlerinin ve putlarının yok edilmesi”, “turnike için kız tavlama eğitimi”, “turnike sistemiyle cezalandırma”,  gibi saçmalıkların da gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar, tamamıyla kamuoyunun camiamıza karşı öfke duyması için komplocular tarafından uydurulmuş yalanlardan ibarettir.


Sayın Adnan Oktar’a Yöneltilen Asılsız ve Mesnetsiz İtham ve İftiralar Yalnızca Aleyhte Olumsuz Kamuoyu Algısı Oluşturma Amaçlıdır

Camiamıza kurulan komploda en çok saldırı yöneltilen kişi, Sayın Adnan Oktar’dır. Çünkü komplocuların çarpık zihniyetine göre, Sayın Adnan Oktar hakkında ne kadar çok iftira ortaya atılırsa, ne kadar yoğun karalama kampanyası yapılırsa mahkeme heyetini ve kamuoyunu camiamız aleyhinde etkilemek o kadar kolay olacaktır. Komploculara göre, bu etki sağlandığı takdirde, mahkeme heyetine mahkumiyet kararı verdirmek de bir o kadar kolaylaşacak, böylelikle camiamızın dağıtılıp faaliyet yapamayacak hale getirilmesi hedefine de ulaşılacaktır. İşte, bu yüzden komplocular, dosyada zorla müşteki ve etkin pişman yapılan kişilere en çok Sayın Adnan Oktar hakkında yalan beyan ve iftiralar söyletmeye çalışmaktadır. Dosyada müştekilere ve sözde etkin pişman yapılan arkadaşlarımıza ait ifadeler bu doğrultuda özel olarak düzenlenmekte, dosya karalanma ve itibarsızlaştırılma amaçlı üretilen hayali senaryolarla doldurulmaktadır. Ardından da dosya içeriği, bu çirkin yalan ve iftiraları satır satır haber haline getirecek ya tetikçi olarak özel görevlendirilmiş ya da derin devlet baskı ve tehditleriyle sindirilmiş, korkutulmuş, her söyleneni yapmaya amade bir kısım basına servis edilerek Sayın Adnan Oktar’ın gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan farklı bir kişi gibi gösterilmek istenmektedir.

Nitekim, arkadaşımız Ali Şeref Gider’in savcılık ve mahkeme ifadelerinde de kumpasçıların kontrol ve yönlendirmesindeki bu karalama ve itibarsızlaştıma stratejisi açıkça görülmektedir.

Sayın Adnan Oktar ve camiamıza yönelik 2 yıldır sürdürülen kara propagandaya temel sağlaması amacıyla, kumpasçılar tarafından detay detay kurgulanan müşteki ve etkin pişman ifadeleri uzman psikologlar denetiminde aylar süren bir toplum mühendisliği çalışmasının ürünleridir. İçerdikleri suçlama ve karalama amaçlı senaryo ve hikayelerde kullanılan kelimeler dahi toplumda istenen tepki ve infiali oluşturması amacıyla ince ince seçilmiş ve cümle aralarına yerleştirilmiştir.

Oysa, masa başında kurgulanmış tüm bu asılsız, uydurma ve hayal ürünü iddia ve senaryolarda anlatılan iftiraların aksine Sayın Adnan Oktar, her yaştan, her çevreden, her kültürden insanla kolaylıkla iletişim kuran, herkesin kendisiyle tanışmaktan, konuşmaktan, görüşmekten, sohbetini dinlemekten büyük zevk aldığı son derece nezaketli, güzel sözlü ve üstün ahlaklı bir insandır. Her anını Kur'an ahlakına titizlikle uymaya çaba göstererek geçiren böyle güzel bir insanın iftiralarda konu edilmeye özel gayret gösterilen hakaretamiz üsluba, aşağılayıcı konuşmalara tevessül etmesi asla mümkün değildir. 

Sayın Adnan Oktar'ın, gerek yakın çevresi ve arkadaşları gerek kendisiyle çeşitli vesilelerle tanışmış toplumun her kesiminden insanlar gerekse 10 yılı aşkın süredir hemen her gün katıldığı A9 TV canlı yayın programlarını izleyen milyonlarca izleyicimiz kendisinin bu üstün ahlakına, güzel, nezih ve hikmetli konuşmalarına, kibar, seçkin, kaliteli ve müstesna kişiliğine şahit olmuşlardır.

Sayın Adnan Oktar, İbrahim Suresi’nin 24. ayetindeki, “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. emrine en güzel ve titiz uyan Müslümanlardan biridir. Onunla tanışan, konuşan, dostluk kuran herkes de Sayın Adnan Oktar’ın bu özelliğine şahittir. Belki yüzlerce defa tüm ayrıntılarıyla açıkladığımız üzere tüm camiamız, arkadaş grubumuz, Sayın Adnan Oktar’ı hiçbir zaman bir Mehdi veya uhrevi bir şahıs olarak değil sadece çok sevdikleri, saydıkları, aklına, vicdanına, sözüne, ahlakına, samimiyetine çok güvendikleri, fikir ve önerilerine her zaman itibar ettikleri bir dostları ve ağabeyleri olarak görmektedir. Bu yüzden de onunla birlikte Allah rızası için İslam'ın, vatanın, milletin, devletin, Müslümanların, İslam aleminin ve tüm insanların faydasına yönelik dünya çapında son derece güzel ve etkili sosyal, kültürel, bilimsel faaliyetlerde bulunmaktadır.

BU AÇIK GERÇEK ONLARCA YILDIR ORTADAYKEN VE ONBİNLERCE İNSAN 40 YILDIR BU ANLATTIĞIMIZ GERÇEĞE HER YÖNDEN BİZZAT ŞAHİT OLMUŞKEN, BİR ANDA KUMPASÇILARIN TETİKÇİLİĞİNİ YAPAN ÜÇ BEŞ HUSUMETLİ MÜŞTEKİNİN VE ONLARIN BASKI VE TEHDİTLERLE KORKUTUP YÖNLENDİRDİĞİ ZAVALLI MAZLUM İNSANLARIN ORTAYA ATTIKLARI DÜNYA TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ, AKLA, MANTIĞA, HAYATIN DOĞAL AKIŞINA TÜMÜYLE AYKIRI İTHAM VE İFTİRALARA NORMAL VE AKLI BAŞINDA HİÇ KİMSENİN İTİBAR ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.


Arkadaşımız Ali Şeref Gider’in Maaşının Güya Sayın Adnan Oktar’a İnfak Olarak Verildiği İddiası Asılsızdır

Ali Şeref Gider 25.06.2020 tarihli ifadesinde, camiamızla tanıştığı ilk dönemde arkadaşlarımıza ait bir işyerine yerleştirildiğini, ancak bu işyerinde güya maaşını alamadığını, çünkü maaşlarının güya Sayın Adnan Oktar’a infak edildiğini ileri sürmüştür.

Bu iddia da diğerleri gibi son derece saçma ve asılsızdır. Her şeyden önce böyle bir davranış İslam’a ve Kur'an'a aykırıdır. Bu nedenle böyle bir eylemin, Kuran-ı Kerim’de tarif edilen “infak” ibadeti adı altında yapılması da mümkün değildir. Çünkü, “infak” kişinin gönül rızasıyla yaptığı, ihtiyacından arta kalan mallarından Allah rızası için başka insanları da faydalandırdığı bir ibadettir. Dolayısıyla, birisinin elinden zorla maaşını alıp başkasına vermenin Allah’ın Kuran’da tarif ettiği infak ibadetiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Hiçbir Müslüman'ın böyle anormal bir davranışı ne tavsiye ve tasvip etmesi ne de ibadet sanıp uygulaması olacak şey değildir.

Müslüman Türk toplumunda, temel dini eğitim görmemiş, İslam'ın esaslarını, ana kurallarını, infak, sadaka, zekat kelimelerinin anlamını bilmeyen hemen hiç kimse yoktur. Dolayısıyla, gerçek dışı müşteki ve (sözde) etkin pişman ifadelerinde anlatıldığı şekilde alenen gasp, mala veya paraya el koyma anlamına gelen illegal, gayrı meşru bir eylemi normal akla, zekaya, şuura ve eğitime sahip olan bir insanın dini bir ibadet, bir "infak" olarak algılaması, dinen haram, kanunen suç olan böyle apaçık bir suistimali kabullenip yıllar boyu sözde din adına böyle bir sömürüyü sineye çekmesi, kimseye söylememesi, adli makamlara şikayet etmemesi mümkün değildir.

Kaldı ki sözde etkin pişman olmaya mecbur bırakılan, kız olsun erkek olsun tüm kardeşlerimiz son derece akıllı, zeki, şuurları açık, iyi ailelere ve çevrelere mensup, eğitimli, son derece uyanık insanlardır. Ne böyle bir sömürünün anormal ve dine aykırı olduğunu bilemeyecek ve anlayamayacak ne de bildikleri halde yıllarca bu suistimallere maruz kalmayı kabullenecek, bunlara göz yumup ses çıkarmayacak insanlar değildir.

Bugün cebindeki üç beş kuruşu çaldıran kişi dahi soluğu hemen karakolda almaktadır. İftiralarda ortaya atılan ise, güya yüzlerce kişinin milyonlarca liralık mallarına, mülklerine, paralarına, yine bu yüzlerce kişinin gıkını dahi çıkaramadığı hayali el koymalardır. İftiraların abartı boyutu dahi gerçek dışı olduklarını göstermeye yeterlidir.

Bahsi geçen hayali sömürü sisteminin sözde mağduru olduğunu iddia etmek zorunda bırakılan arkadaşımız Ali Şeref de her nasılsa, ne camiamızda geçirdiği onlarca yılık hayatında ne operasyon sırasında ne de operasyondan sonraki yaklaşık 2 seneye yakın bir dönemde böyle hayali uydurma bir sistemden ve bu hayali sistemin sözde mağduru olduğundan hiçbir zaman hiç kimseye bahsetmemiştir. Aynı şekilde, geçtiğimiz aylarda yine her nasılsa iki genç kızın "yıllar sonra kendilerine tecavüz ettiğini hatırlayıp" mali şubeye kendisini şikayete gelmeleri üzerine gözaltına alındığında emniyette verdiği ifadesinde de bu sözde "anormallikler"den, uğradığı sözde suistimal, sömürü, aşağılanma ve zulümlerden, malının, parasının elinden alınmasından, sözde cinsel ilişkilere zorlanmasından hiç kimseye bahsetmemiştir.

Taa ki tutuklandıktan sonra, Avk. Fuat Selvi'nin tutuklu arkadaşlarımız arasından iftiracı devşirebilmek için düzenli cezaevlerini gezdiği gibi Ali Şeref arkadaşımızı da ziyaret etmeye başlamasına kadar... 

İşte, her nasılsa Ali Şeref Gider yıllardır kimseye bahsetmediği, hiçbir resmi makama şikayet etmediği o ana kadar aklına, hayaline bile gelmeyen sözde camiamızla ilgili bu "anormalikleri" Fuat Selvi'nin yoğun desteğiyle bir anda hatırlamaya ve kağıda dökmeye başlamıştır. Bu anılarını da yine Fuat Selvi'nin birebir iştirakiyle "hakaret, karalama ve infial hedefli özel seçilmiş kelime ve cümleleri kullanmaya büyük titizlik göstererek" yazılı ve sözlü ifadelerinde kullanılmak ve en önemlisi medyaya servis edilmek üzere derlemiştir.

Tüm bunlar, gerçekte tespiti son derece kolay ve son derece akılsızca kurgulanmış itham ve karalama teknikleri olmakla birlikte kumpasçıların olayın medya ayağını da kontrol etmeleri nedeniyle, "bir yalanı 40 kere söylersen inanırlar" ya da Hitler'in ünlü Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in, "yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar ederseniz, sonunda halk buna inanır" düsturlarına dayanarak kamuoyunda camiamız aleyhinde sahte algı oluşturma çabasından öteye gitmemeketdir.


Camiamızdan Ayrılanlara Baskı Yapıldığı İddiası Asılsızdır

Ali Şeref Gider mahkeme ifadesinde, geçmişte camiamızdan uzaklaşmak istediğinden, ancak bunu hemen yapamadığından, çünkü yapmış olsaydı camiamızın kendisini güya sinek gibi ezeceğinden bahsetmiştir.

Bu asılsız iddia da aynı diğerleri gibi arkadaşımıza zorla söyletilmiştir. Komplocu odaklar, Sayın Adnan Oktar’ı ve arkadaşlarımızı güya insanları zorla alıkoyan, baskıyla ve tehditle çalıştıran örgüt mensupları gibi göstermek için bu ve benzeri asılsız iddiaları dosyadaki birçok ifadenin içine bilinçli olarak yerleştirmişlerdir. Çünkü etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan arkadaşlarımızın ifadelerinde sıralamak zorunda kaldıkları sözde korkunç suçlara rağmen, 10-20-30 yıl boyunca neden camia içinde kalmaya devam ettikleri çelişkisine kendilerince bir açıklama bulmaya ihtiyaçları vardır. Nitekim bir insanın bir yerde yıllar boyunca sözde tecavüzlere, zulümlere, baskılara, şiddete ve hakarete uğramasına ve bunlar benzerlerine şahit olmasına rağmen, bu suçları işlediklerini ileri sürdükleri kişilerle beraber yaşamaya devam etmesi elbette ki anormal ve gerçek hayatta asla olmayacak bir davranıştır. İşte komplocular hedeflerine ulaşmak için mutlaka kapatmaları gereken bu açığa kendilerince bir çözüm düşünmüşler, bu amaçla da arkadaşlarımızın güya karşılaştıkları baskı ve tehditler nedeniyle aramızdan ayrılamadıkları yalanını türetmişlerdir.

Bu asılsız iddianın ne gerçekliği ne tutarlılığı ne de somut, hukuki bir delili vardır. 

Bugüne kadar Sayın Adnan Oktar ve arkadaş çevresiyle tanışan, görüşen, hatta uzun yıllarını birlikte geçiren sonra da çeşitli kişisel nedenlerle aramızdan ayrılan binlerce insan olmuştur. bu kişilerin aramıza katılmaları nasıl gönül rızasıyla olduysa, ayrılmaları da kendi özgür istek ve rızalarıyla olmuştur. Bu kişiler camiamızdan ayrıldıktan sonra diledikleri hayatı sürmüşler, bu konuda camiamızdan gelmiş hiçbir baskı veya engellemeyle karşılaşmamışlardır. Geçmişte uzun yıllar camiamızda kalmasına rağmen zamanla yollarımızın ayrıldığı, bugüne bakıldığında ise toplumda önemli mevkilere ulaşan veya istedikleri şekilde hayatlarını kurmuş olan binlerce insan bu gerçeğin açık delilleridir. Bu insanların bir kısmı hala zaman zaman, işinden gücünden fırsat buldukça bizlerle görüşmektedir. Bu onbine yakın insanın, bugüne kadar onlarca yıldır böyle hayali bir baskı, tehdit ya da şantaja uğradığına dair tek bir şikayeti, mağduriyeti hatta ifadesi dahi olmamıştır. Yalnızca, birkaç husumetli müşteki ve zorla (sözde) itirafçı ya da etkin pişman yapılmış küçük bir grup dışında... 

Sayın Adnan Oktar da, diğer mensuplarımız da insanlara baskı ve zorlamayla hiçbir işin yaptırılmaması veya hiçbir düşüncenin empoze edilmemesi gerektiğini çok iyi bilen insanlardır. Nitekim baskı ve zorlama dinde yasaklanmıştır. Bakara Suresi’nin 256. ayetinde Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” diye buyrulmuştur. Bu ayete iman eden mensuplarımız da her konuda en küçük bir baskı veya zorlamanın bile insanlara zulmetmek anlamına geleceğini ve sadece ikiyüzlü, samimiyetsiz bir yapının oluşmasına yol açacağını çok iyi bilmektedir. 

Kimseyi aramıza katılmaya veya aramızda tutmaya zorlamaları ise hiçbir zaman söz konusu bile olamaz. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın değer verdiği yegane dostluk, yakınlık ve bağlılık ise, zorla değil ancak Allah rızası için olan, sevgi, saygı, muhabbet ve ahiret kardeşliği üzerine kurulu olandır.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.