ESKİ SAĞLIK BAKANIMIZ SAYIN OSMAN DURMUŞ’UN VEFATI ÜZERİNE ÇIKAN HABERLERE CEVABIMIZDIR

Eski Sağlık Bakanımız Sayın Osman Durmuş’un 26.10.2020 tarihinde vefat etmesinin ardından pek çok gazetenin 29.10.2020 tarihli yayınlarında Sayın Adnan Oktar’ın ismi anılarak 1999 yılındaki “Oktar Babuna kan kampanyası”na ilişkin haberler yapılmıştır.

Öncelikle Eski Sağlık Bakanımız Sayın Osman Durmuş’a Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına baş sağlığı dileriz.

Söz konusu haberlerde yer alan haksız ve asılsız suçlamaların gerçekleri yansıtmadığını kamuoyuna bildiririz. Şöyle ki:

“Oktar Babuna’nın kan kampanyası”na ilişkin yapılan haberler, 19 yıl öncesine ait bir konudur. Bu konu daha önce de yargıya taşınmış ve Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı (TBAV) camiası mensupları bu yargılamadan kesin olarak aklanarak çıkmıştır. Bu konunun Sayın Bakanımızın vefat haberi ile tekrar gündeme getirilmesinin tek sebebi, kamuoyunda infial oluşturmak için her türlü yalana başvurma ve insanları “bu kadar çok suç isnadı varsa en azından bir kısmı doğrudur” düşüncesine sevk ederek algı operasyonunu başarılı kılmaya çalışmaktır. Konunun detayları ise şu şekildedir:


ULUSAL KEMİK İLİĞİ BANKASI KURULMASI ÇALIŞMALARI

Türkiye’nin Ulusal Kemik İliği Bankası’nı kurmak ve lösemi hastalığına yakalanan vatandaşlarımıza şifa olabilmek amacıyla 1999 yılı Mart ayı itibariyle kendisi de ölümcül lösemi hastalığına yakalanmış olan beyin cerrahı Dr. Oktar Babuna öncülüğünde büyük bir kampanya başlatıldı. Kısa zamanda yardımsever Türk halkının büyük desteğiyle olağanüstü bir sivil hareket haline dönüşen kampanya, dönemin hükümetinden gazetecilerine, bakanlarından il sağlık müdürlerine neredeyse Türk halkının tamamının yoğun desteğiyle yürütüldü. Öyle ki, 3 ay gibi kısa bir sürede yaklaşık 150.000 kişi kan taramasından geçirildi.

Kampanya tamamen legal yollarla, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütüldü. Kampanyanın sahibi, para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı tespit edildi. Vakfın Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin çalışmaların başında yer aldı.

Kampanyanın en önemli destekçisi bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel oldu. Merhum Demirel 28 Mart 1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etti:

"İlik Bankası’nın kurulmuş olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız. Bu hareketi başarıya ulaştıralım.“ (Süleyman Demirel)


Sayın Demirel’in desteği sadece beyanat vermekle sınırlı kalmadı, toplanan kanların tahlil için yurtdışına gönderilmesi ile ilgili gümrük işlemlerinin kaldırılması ve kanların Türk Hava Yolları uçakları ile ücretsiz taşınması gibi pek çok konuda kendisi bilfiil müdahale ederek yardımcı oldu.

Sayın Demirel, 27 Mart 1999 tarihinde Prof. Dr Cevat Babuna ve Prof. Dr. Cahit Babuna’yı Cumhurbaşkanlığı makamında kabul etti ve ilerlemelerle ilgili bilgi aldı.

İstanbul’da düzenlenen ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşti. Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu organizasyonu sahiplendi. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda herşeyin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli defalar kamuoyuna açıkladı. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştı.

Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, Bursa Valisi Orhan Taşanlar gibi devletin en üst kademelerinden isimler bizzat kampanyaya katılıp kan verdiler.

Eski Başbakan ve dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller TGRT Televizyonu’na 15 Nisan 1999 tarihinde verdiği röportajda kan kampanyası için parti olarak nasıl seferber olduklarını anlattı.

İçişleri eski Bakanı Meral Akşener 26 Nisan 1999’da İzmit’te düzenlenen organizasyonda kan verirken “biz Oktar Babuna’ya bu manada çok şey borçluyuz” şeklinde konuştu.

Medya mensupları kampanyaya ilk günden itibaren sahip çıktılar. ATV Ana Haber’de Ali Kırca, Kanal D’deki Yorum programında Güneri Cıvaoğlu, Kanal 6’da İşte Hayat programında Nurseli İdiz, Show TV Ana Haber’de Reha Muhtar, Star TV’de Deniz Arman tüm halkımızı Dr. Oktar Babuna için kan vermeye davet etti.

Dönemin pek çok köşe yazarı, gazetelerindeki köşelerinde kampanyaya gönülden destek verdi. Bazı örnekleri şöyle listeleyebiliriz:

Taha Akyol, Milliyet 23 Nisan 1999

Hasan Cemal, Milliyet 6 Haziran 1999

Gülay Göktürk, Sabah 18 Mayıs 1999

İsmet Berkan, Radikal 31 Mart 1999

Fikret Bila, Milliyet 14 Haziran 1999

Derya Sazak, Milliyet 21 Mart 1999

Mehmet Ali Birand, Posta 22 Mart 1999

Ayşe Arman, Hürriyet 24 Mart 1999

Duygu Asena, Milliyet 15 Mayıs 1999

Mümtaz Soysal, Hürriyet 9 Haziran 1999

Hasan Pulur, Milliyet 28 Nisan 1999

Melih Aşık, Milliyet 28 Mayıs 1999

Gazeteci ve program yapımcısı Savaş Ay, A Takımı isimli televizyon programında konuya geniş yer ayırdı, hatta bizzat kendisi bir reklam filmi çekerek televizyonlarda yayınlanmasını sağladı.

İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlendi.

Genelkurmay Başkanlığı, tüm Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak için talimat yayınladı. Hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen organizasyon için askeri spor salonu tahsis edildi. Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da kampanyaya katılarak kan verdi.

Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15. Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile oldu.

Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, başta Almanya olmak üzere Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerdeki büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza talimat göndererek kampanyaya destek vermelerini talep etti.

Toplanan kanlar EMNİYET MÜDÜRLERİNİN TALİMATIYLA POLİS ESKORTLARI EŞLİĞİNDE havaalanına götürüldü, ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla Almanya ve ABD’deki dünyanın en iyi ve ünlü laboratuvarlarına gönderildi. Çünkü Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlarına gönderildi. Çünkü Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlar çok kısıtlıydı. Örneğin Çapa Tıp Fakültesi’nin laboratuvarı günde sadece 4 kan örneğini analiz edebiliyordu. Ankara’daki laboratuvar da benzeri kapasitedeydi. Bu da toplanan yüzbinlerce örneğin analizinin onyıllara yayılması demekti. Oysaki kan örneklerinin ömrü sadece 24 saatti, öyle günlerce senelerce bekletmek bunları ziyan etmek anlamına gelecekti. Bu nedenle, kampanyanın karar mercii olan İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI kararıyla analizlerin yurtdışında yapılması planlandı.

Bu çapta büyük bir organizasyonun hiçbir aşamasının devletin bilgisi, kontrolü, izni olmadan yürütülemeyeceği açıktır. Nitekim yukarıda sunmuş olduğumuz belgeler de durumun tam olarak bu şekilde olduğunu, kampanyanın her aşamasının en üst düzeyde devlet bilgisinde yürüdüğünü ispatlamaktadır.

Kampanyanın ilerleyen aşamalarında lösemi hastalarından büyük kazançlar elde eden, bu nedenle kampanyadan maddi çıkarları zedelenen Ankara merkezli onkoloji çevrelerince bazı asılsız dedikodular çıkarılmıştır. Amaçları kampanyayı sabote edip eski rant sistemlerinin çarklarını döndürmektir. Bu sebeple, kampanya, kampanyanın düzenleyicileri ve para toplamaya yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve soruşturmalardan geçmiş ancak bunlardan hep aklanarak çıkılmıştır. Yürütülen 3 ayrı soruşturmanın (Bakırköy C.B.Savcılığı’nın 12.11.1999 tarih, 1999/54571 sor, 1999/20329K sayılı, İstanbul C.B.Savcılığının 07.04.2000 tarih, 1999/60752 sor, 2000/3849K sayılı, 15.03.2001 tarih, 2000/66717 sor, 2001/3331K sayılı) hepsi takipsizlik kararlarıyla sonuçlanmıştır. Bu kararlar kesinleşmiştir. Takipsizlik kararları ile kampanyada hukuka aykırı hiçbir eylemin olmadığı hukuk nezdinde de birçok kez belgelenmiştir.

Kampanyanın yarıda bırakılmasından sonra dönemin Fazilet Partisi’ne mensup 20 milletvekili, bir Meclis Araştırması Önergesi ile gelmiştir. 22.07.1999 tarihli bu önerge metninden kısa alıntılar sunmak istiyoruz:

Ulusal kemikiliği bankası kampanyası, DEVLET TARAFINDAN DESTEKLENMİŞ OLUP, sivil insanlar tarafından da çok büyük bir ilgiyle karşılanmış bir kampanyadır. Bu kampanya ile ilk aşamada lösemi hastası Dr. Oktar Babuna'ya uygun bir kemik iliği vericisinin bulunması, daha sonraki aşamada ise, Türkiye'de ulusal kemik iliği bankasının kurulması hedeflenmekteydi. 

Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi gibi, devleti temsil eden kişi ve kurumlar tarafından desteklenerek, 160000 doku tahliline ulaşan ve kemik iliği bankasının fiilen kurulmasını temin ederek, sayıları 8000'e varan lösemili Türk vatandaşlarının ilik bulma ve yaşama şansını yüzde 70'lere çıkaran böyle bir kampanyanınSağlık Bakanlığı tarafından durdurulması, halkımız arasında hayret ve şaşkınlık ile karşılanmıştır.

Ülkemizde, lösemi hastalarına yardım etmek için yıllardır faaliyet gösteren Lösemili Çocuklar Vakfı’nın yakalayamadığı başarıyı, birkaç ay içinde yakalayarak, onu çok gerilerde bırakan böyle bir kampanyanın Türkiye'ye sağlayacağı imkânlar, kampanyanın durdurulmasıyla heba edilmiş ve sayıları 8000'e varan lösemili Türk vatandaşlarının hayal kırıklığına sebep olmuştur, belki de onları ölüme mahkûm etmiştir.

Ülkemiz insanları için hayırlı ve onurlu bir hizmeti hedef alan bu kampanyaya engel olmak için eldeki delillerin daha tatminkâr ve açık olması gerekmez miydi?


Dönemin Sağlık Bakanı tarafından da mesnetsizce ve hiçbir bilimsel temeli olmaksızın ortaya atılan "genetik haritamızın çalınacağı" şeklindeki gülünç komplo teorilerine ilişkin ise, 1999 yılında toplanan kanların tahlillerini yapan Almanya’daki Stefan Morsch Vakfının kurucularından Susanne Morsch’un Temmuz 2018 tarihinde, şu şekilde cevap vermiştir;

"Bu nedenle kötüye kullanabileceğini düşünmüyorum… Bakın prosedüre göre bize gönderilen örnekler bir donör koduyla geliyor. Yani, laboratuvarlar örneklerin kime ait olduğunu bilmiyor. Bu bilgi sadece kampanyayı düzenleyen ve izin formlarını toplayan kişilerde var. Bizdeki uzmanlar sadece donörlerin hastayla uyumlu olup olmadığını tespit etti." (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142

Kan örneklerinin Türk halkı aleyhine bir şekilde kullanılacağı, gen haritamızın çıkarılacağı, gibi iddiaların ne kadar akıl dışı olduğunu anlayabilmek için bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar var:

T.C. Dış İşleri bakanlığının verilerine göre hali hazırda yurt dışında 6.5 milyon Türk vatandaşı yaşamaktadır ve bunların yaklaşık 5.5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa)

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın tamamı sağlık hizmetlerini bulundukları ülkelerde almaktadır ve tüm sağlık taramalarını, kan tahlillerini bu ülkelerin kuruluşlarında yapmaktadırlar.

Yani yaklaşık 6.5 milyon Türk vatandaşına ait kan örnekleri ve diğer bilgiler zaten hali hazırda dışarıda yabancı ülkelerin sağlık kurumlarında mevcuttur. Sonuç olarak, söz konusu "kan kampanyası"nın, bugüne kadar öne sürülen tüm mesnetsiz, uydurma ve saçma iddialara rağmen, kapsamlı resmi denetim ve incelemelerle hiçbir şaibeli ya da esrarengiz yönü olmadığı açık ve net bir biçimde ortaya konmuştur.

Özetle, güya "kan örneklerinden Türklere karşı genetik silah yapılacağı" safsatası, hiçbir akılcı ve bilimsel değeri olmayan saçma bir iddiadır. Bu tür  cahilce uydurma iddialar, magazin basınına malzeme oluşturması dışında aklı başında kimsenin itibar etmeyeceği basiretsiz, ferasetsiz, gülünç komplo teorilerinden ibarettir. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen ortada Türkleri hedef alan herhangi bir genetik silah olmaması da bu iddianın gerçek dışı bir akıl tutulması olduğunun göstergesidir. Türk milleti sapasağlam ayaktadır. Tüm ülkeleri kasıp kavuran COVID-19 pandemisi bile Türk milletini etkilememiştir.

Dolayısıyla, bugün, kampanyanın üzerinden 20 yıl geçtikten sonra -üstelik Eski Sağlık Bakanımızın vefatı vesilesiyle- delilsiz, belgesiz dedikoduları tekrar gündeme getirmenin iyi niyetli olmadığını düşünüyoruz.

Bu kapsamda tüm basın mensuplarını vicdanını, basiretini, ferasetini kullanıp doğruyu araştırıp bulmaya davet ediyor, gerçekleri kamuoyunun bilgisine arz ediyoruz.