ADNAN OKTAR DAVASI'NIN HER SAFHASINDA ADALET VE HUKUK NASIL AYAKLAR ALTINA ALINDI? –2–

İDDİANAMENİN SEFALETİ VE DOSYA SAVCILARININ TARAFSIZLIKLARINI YİTİRDİĞİNİN BAZI DELİLLERİ (2018-2019)


  Adnan Oktar Davası'nın savcıları SORUŞTURMANIN (VE KOVUŞTURMANIN) HİÇBİR AŞAMASINDA ADİL VE TARAFSIZ DAVRANMADILAR. CMK m.160/2 uyarınca "şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla" yükümlü oldukları halde LEHE HİÇBİR DELİLİ TOPLAMADILAR. HATTA SUNULAN SAVUNMA DELİLLERİNİN BİR KISMINI DOSYAYA KABUL ETMEDİLER.

Ω  Şüphelilerin lehine olan deliller KASITLI OLARAK GİZLENDİ.

Ω  İddianamenin neredeyse tamamı Sn. Adnan Oktar ve camiaya husumetli kişilerin ve tehdit edilerek korkutulan kişilerin soyut ve gerçek dışı ifadeleri ile oluşturuldu. Suç isnatlarına somut deliller aranmadı. Oysa, yargılamanın ileri aşamalarında SÖZ KONUSU DAYATILMIŞ KURGU İFADELERDE SAYISI 1000’LERİ GEÇEN ÇELİŞKİLER, YALANLAR VE GERÇEKLERİ ÇARPITAN BEYANLAR ORTAYA ÇIKTI.

Ω  İddianamede HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLMİŞ DELİLLERE, HUKUKSUZ BİR BİÇİMDE İTİBAR EDİLDİ. Bu geçersiz deliller herhangi bir suçun delili olmamakla birlikte, sözde "suç örgütü" iddiasını desteklemek için kullanıldı. 

Ω  Operasyon günü girilen ikametlerde, CMK m.134 ve m.135 hükümlerine tamamen aykırı olacak şekilde HUKUK DIŞI ARAMA VE EL KOYMA İŞLEMLERİ YAPILDI.

Ω  Sulh Ceza Hakimliği tarafından karar verilen adreslerin dışındaki adreslerde de KANUNSUZ OLARAK ARAMA EL KOYMA İŞLEMLERİ YAPILDI.

Ω  Sulh Ceza Hakimliği kararında BELİRTİLMEYEN YERLERDE DE (ÖRNEĞİN ARAÇLARDA, KİŞİLERİN ÜZERİNDE, VS.) KANUNSUZ OLARAK ARAMA EL KOYMA İŞLEMLERİ YAPILDI.

Ω  El konan dijital materyallerin YEDEKLEMELERİ YAPILMADI, HASH DEĞERLERİ ÇIKARILMADI.

Ω  El konan dijital materyaller MÜHÜRLÜ DELİL TORBALARINDA DEĞİL, ÇÖP TORBALARINDA VEYA TAMAMEN AÇIKTA TAŞINDI.

Ω  Arama el koyma işlemleri devam ettiği sırada İKAMETLERE BASININ VE GÖREVLİ OLMAYAN KİŞİLERİN GİRMESİNE İZİN VERİLDİ.

Ω  Bu şekilde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş, dijital veya normal çok sayıda evrak, doküman ve materyal İDDİANAMEDE (sözde) SUÇ DELİLLERİ OLARAK GÖSTERİLDİ.

Ω  İddianamede, İSNAT EDİLEN  EYLEMLERİN TARİH VE MEKAN BİLGİLERİNE YER VERİLMEDİ eylemler somutlaştırılmadı. Bu haliyle, CMK m.170/3-i’de kanunun aradığı temel özelliklerden yoksun bir iddianame oluşturuldu. 

Ω  Hukukun temel ilkelerinden “non bis in idem” yani aynı dava nedeni için 2 kez yargılama yapılamayacağı prensibi ihlal edildi. Yargılananların geçmişte yargılanıp BERAAT ETTİKLERİ YA DA TAKİPSİZLİK ALDIKLARI SUÇ İSNATLARI İDDİANAMEDE BİREBİR KULLANILDI.

Ω  İddianame gerçek bir suç örgütünün temel yapısını ortaya koymaktan aciz kaldı. AMAÇ SUÇ, EMİR TALİMAT İLİŞKİSİ, HİYERARŞİK YAPILANMA GİBİ TEMEL KRİTERLERİN HİÇBİRİ ORTAYA KONAMADI. Aksine, SOYUT VE MESNETSİZ MÜŞTEKİ BEYANLARI PEŞİNEN DOĞRU KABUL EDİLEREK GERÇEKTE VAR OLMAYAN HAYALİ BİR SUÇ ÖRGÜTÜ YAPISI ÜRETİLMEYE ÇALIŞILDIĞI İÇİN BÜYÜK ÇELİŞKİLER VE BOŞLUKLAR ORTAYA ÇIKTI.

Ω  Yargılananların hayatın doğal akışında son derece normal, makul olan yaşamları, davranışları, bir sivil toplum kuruluşunun yapabileceği  TÜM MEŞRU VE LEGAL FAALİYETLER SUÇMUŞ GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILDI. Örneğin;

  İddianamenin 126. sayfasında 1. paragrafta “örgütsel kitapların hediye edilmesi” şeklinde bir anlatım görülmektedir. Amaç tümüyle, bunu okuyan herhangi bir kişide, hediye edildiği iddia edilen kitapların, sanki sözüm ona teksir makinesiyle hazırlanmış, terör veya saldırı yöntemleri içeren, polisle veya askerle nasıl savaşılması gerektiğini anlatan, bomba yapmayı öğreten, vs. içerikte kitaplar olduğu algısını oluşturabilmektir. Oysa, hediye edilen kitaplar İstanbul’un en büyük matbaalarında basımı yapılmış, her türlü yasal izinleri alınmış, içerik olarak “Atatürkçülük”, “Devlete Bağlılığın Önemi”, “İslam Terörü Lanetler”, “İnsanların Kardeşliği”, "Allah'ın Varlığının Bilimsel İspatı", "Kuran Mucizeleri" gibi, ilmi, imani, milli, dini... konuları içeren kitaplardır. 

  Panel, konferans, etkinlik düzenlemek, bilim adamları, sanatçılar, siyasi kişiliklerle görüşme yapmak gibi son derece meşru ve legal kültürel faaliyetler, sözde "örgüt faaliyeti" olarak lanse edildi. 

Ω  İddianamede, SANIK OLMASI GEREKEN KİŞİLER KASITLI OLARAK MÜŞTEKİ VEYA TANIK OLARAK GÖSTERİLDİ. Bu yöntemle, şüpheliler aleyhine her türlü yalan beyan, çirkin iftira ve gerçek dışı ifadeleri, ceza alma korkusu olmadan ölçüsüzce ve pervasızca sarf etmelerinin önü açıldı, kendilerinden istenen yalan beyanları vermeleri karşılığında sanık olmaktan muaf tutuldular.

Ω  İddianameyi kaleme alan savcılar, adil, tarafsız, bağımsız ve dürüst birer hukuk adamı olmaktan çıkmışlar, görev tanımları ve kapsamları dışında, tabiri caizse "üstlerine vazife olmayan" ancak, muhtemelen hayatları boyunca olmaya özenip de olamadıkları her türlü sıfata bürünmeye çalışmışlardır. Örneğin;

 Kendi dini kabullerine göre hüküm veren ve kişilerin din ve inanç anlayışlarını yargılamaya kalkan bir "dini otorite" olmuşlardır.

 Somut delillere göre değil, kendi kişisel kanaatlerine göre müştekilerin şüphelilere yönettikleri iftiraların “samimi beyanlar” olduğuna karar veren bir "samimiyet tespit otoritesi" olmuşlardır.

 Sanki bütün süreçte yaşananlara, yargılananların bulunduğu ortamlara bizzat şahit olmuş, ortamları ve güya işlendiği iddia edilen ama somut delilleri olmayan suçları görüp de iddianameyi yazmış birer "görgü tanığı" olmuşlardır.

 Camianın içinde insanların neler yaşadığını hatta neyi nasıl düşündüğünü bilen, hiçbir mağduriyeti olmamasına rağmen kişilere mağdur yakıştırması yapan ve bunu yaparken de o kişilerin açık beyanlarına önem vermeyen bir "mağduriyet tespit otoritesi" olmuşlardır.

 Şüphelilere yönelik “kişilikleri bitirilerek, köleleştirilerek, iradeleri ellerinden alınarak, psikolojileri bozularak...” tarzındaki hakaretamiz süslü ifadeleri özenti bir entel üslubu içinde pervasızca kullanabilen ve bu şekilde şüphelileri kendilerince “kişiliksiz, köle, iradesiz ve psikolojisi bozuk” kişiler gibi lanse etmeye çalışan, bu insanların kişiliğine, aklına, eğitimine, sosyal statüsüne, şahsiyetine ve en önemlisi insanlığına hakaret sayılabilecek yakıştırmalar yapmaktan çekinmeyen bir sözde "ruh bilimci" olmuşlardır.

 Şüphelilerin aralarındaki sevgi ve saygıya dayalı samimi arkadaşlığın, dostluğun, yakınlığın, dindarlık üzerine kurulu kardeşliğin mahiyetini, sırf kendi kişisel dostluk ve güvenilirlik normalarına uymadığı için algılayamayanbu nedenle bu yakın dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik ilişkilerini, bunlara bağlı sosyal davranışları kendilerince sözde "örgütsel davranışlar", "örgütsel ilişkiler", "örgütsel saikle işlenen eylemler", vb. gibi akla ziyan yorumlarla açıklamaya, yargılamaya çalışan sözüm ona birer "sosyologolmuşlardır.

Ω  İddianamede sık sık, cümle aralarına kasten sıkıştırılan “şantaj yaparak”, “dolandırıcılık yoluyla”, “kara para aklayarak”, “şantaj ve tehdit yoluyla baskı uygulayarak” şeklinde, gerçekte hiçbir zaman yaşanmamış algı amaçlı ifade kalıpları kullanılmıştır. Ancak ne ilginçtir ki, BU İDDİALARIN HİÇBİRİ İÇİN TEK BİR HUKUKİ SOMUT DELİL DAHİ ORTAYA KONMAMIŞTIR.  Ortada somut delil olmadığı için de bu tür SAHTE SUÇ ALGISI OLUŞTURMAYA YÖNELİK KALIPLAR her konu içinde sık sık tekrarlanarak anlatılan “hikayelere” gerçekçilik ve inandırıcılık katılmaya çalışılmıştır.

Ω  İddianamede sanıklara yönelik olarak “suç işleyen kişilere evrilmişlerdir”, “suçun her türlüsü mubah görülmektedir”, “bedelli askerlik celplerinin çıktığı dönemlerde bundan faydalanmak için çaba gösterdikleri tespit edilmiştir”, “ardında sayısız mağdur bıraktığı” gibi MUĞLAK, UCU AÇIK, KİMİN NEYLE İTHAM EDİLDİĞİ BELİRSİZ, EDEBİ YORUMLAR sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak kimin, hangi suçu işleyen bir kişiye, hangi zamanda evrildiği gibi elle tutulur en temel somut ve gerçek hukuki tespitler ne hikmetse 4000 sayfalık “dev” iddianamede bir türlü bulunamamıştır. Suçun her türlüsünü kimin nasıl mubah gördüğü, bunu kime ne zaman söylediği veya ne zaman uyguladığı, bu kanıya nasıl varıldığı dahi açıklanmamıştır.

Ω  İDDİANAME İÇERİĞİNDE SKANDAL NİTELİĞİNDE ÇELİŞKİLER MEVCUTTUR. Bunun en önemli sebebi ise savcıların, müştekilerin anlattıkları her hikayeyi hiçbir filtreden geçirmeden iddianameye taşıma gayretidir. Müştekiler, şüphelileri hem çok yüksek cezalara çarptırabilmek hem de kendilerince itibarsızlaştırmak amacıyla çok fazla yalan söylemiş, asılsız uydurma hikayeler anlatmışlardır. Bunun sonucunda ise ortaya hem kendi içlerinde hem de diğer müştekilerin ifadeleriyle çelişen yüzlerce garabet ve tutarsızlık çıkmıştır. Savcıların bu zırvaları büyük bir ganimet gibi görüp, sorgulamadan, akıl, mantık ve hukuk süzgecinden geçirmeden tamamını iddianameye taşımalarıyla da  ORTAYA KİMİN, NEYLE, NASIL SUÇLANDIĞI BELLİ OLMAYAN, EDEBİ ÜSLUPLARLA ETKİLEYİCİLİK VE İNANDIRICILIK KATILMAYA ÇALIŞILAN, KARMAKARIŞIK, FLU SUÇ İSNATLARI ÖBEKLERİ ÇIKMIŞTIR. Örneğin;

 İddianamede lüks yaşam ile kızların ve erkeklerin kandırılıp sözde örgüte kazandırılması hedeflendiği anlatılmaktadır. Oysa, yine aynı iddianamede sözde örgüt içerisinde sadece zaruri ihtiyaçlara yönelik bir hayat sürüldüğü ifade edilmiştir.

 İddianamede örgütün amacı kısmında arkadaş camiası için sözde “dünyevi cazibe merkezi” şeklinde bir tanımlama yapılmıştır, oysa iddianamenin tamamına hakim olan üslup ve anlatım camiayı "sadece eziyet üzerine kurulu korkunç bir yer"miş gibi gösterme üzerine kurulmuştur.

İddianamede bir yandan, kadınlar güya herkese talimat veren, aklı ve yetenekleri her şeye yeten, her türlü işin altından kalkan, erkeklere üstünlük kuran kişiler olarak nitelendirilirken, bir taraftan da camiadaki kadınlar ilk tanışmaları anından itibaren güya kandırılan, sömürülen, tecavüzlere uğrayan, şantaj ve tehdit gören, benliklerini, kişiliklerini kaybeden, zavallı kişiler olarak anlatılmaktadır. 

 İddianameye göre kadınlar, güya dış dünyadaki kötülüklerden, olumsuzluklardan, saldırılardan kurtulmak, saygı görmek için camiaya sığınmaktaancak camiadayken güya daha ağır saldırılara, tacizlere, aşağılamalara uğramalarına rağmen, yıllarca o ortamda kalmaya devam etmektedirler. Her nasıl oluyorsa, yine aynı kadınlar, aynı zamanda da camiada güya tüm erkeklerin de itaat ettiği, ’’sözleri camia içinde son söz kabul edilen’’ (Ece Koç etkin pişman ifadesi, sayfa 34) üst düzey yönetici kişiler olmaktadır.

  İddianamede, tapu müdürlükleri ile olan yazışmalarda devir işlemlerinin bedelli satış olduğu yazmasına rağmen, bu işlemlere sözde örgütsel bir işlem izlenimi verebilmek için “hibe yoluyla tabiri kullanılmıştır.

Ω  İddianamede, iki kişi arasında yüklü miktarda para transferi var şeklinde muğlak, anlamsız anlatımlar yapılmakta, ancak bu kişilerin kim olduğu, para transferinin tutarı, mahiyeti, amacı, ne karşılığında yapıldığı gibi, bir iddia ve itham öne sürebilmek için asıl ortaya konması gereken detaylardan hiç bahsedilmemektedir. Bu tür salt şüphe ve şaibe uyandırmaya matuf bir anlatım tarzı, hukuka aykırıdır. Bahsi geçen muğlak iddialar,

﹅ Para transferi kimler arasında yapılmıştır? 

﹅ Yüksek miktar ne kadardır, kime göre yüksektir? 

﹅ Bankadan para transfer etmek suç mudur? 

﹅ Dünyada birbirine para yollayan herkes potansiyel suçlu mudur? 

﹅ Bu bir ticaret midir, borç alışverişi midir? 

﹅ Para transferi neyin karşılığında yapılmıştır? 

﹅ Para transferi illegal bir mal, hizmet ya da eylem karşılığında mı yapılmıştır? 

gibi asıl belirtilmesi ve değerlendirilmesi gereken konuların hiçbiri ortaya konmadan, açıklanmadan gelişigüzel, belirsiz ve ucu açık bir şekilde iddianameye yerleştirilmiştir. ÇÜNKÜ, GERÇEKTE ORTADA HİÇBİR SUÇ VE HERHANGİ BİR SUÇA DAİR KANIT YOKTUR. Tek amaç, hayatın doğal akışında meydana gelen, hiçbir illegal ve gayrı-meşru yönü olmayan, hiçbir suç unsuru içermeyen bu tür normal, sıradan, günlük olayları özel, ince ayarlı üslup ve anlatımlarla şüpheli ve şaibeli gösterebilmektir.

Ω  İddianamede, şüphelilerden M. K.’nın güya babasından kendisine miras kalan evi sattığı iddia edilmektedir. OYSA, M. K.’NIN BABASI O TARİHTE HAYATTADIR. Yukarıda anlattığımız örneklerde olduğu gibi burada da savcıların böyle gerçek dışı, tutarsız iddialarda bulunmalarının tek nedeni, müşteki ifadelerini araştırmadan, doğrulamadan satır satır iddianameye geçirmiş olmalarıdır.

Ω  En somut, ulaşılması en kolay ve net bilgiler dahi İddianamedeki pek çok konuda olduğu gibi, deyim yerindeyse "yalan yanlış" yer almaktadır, Örneğin, sırf şüphelilerin banka hesaplarıyla ilgili;

﹅ Şüphelilere ait olmayan banka hesapları sanki onlarınmış gibi belirtilmiş, 

﹅ Birden fazla kişiye ait ortak hesaplar sadece tek kişinin gibi gösterilmiş,

﹅ Tek bir hesabı olanlara birden çok hesabı vardır denmiş, 

﹅ Hatta, hesaba para yatırma tarihi 2016, ama o parayı çekme tarihi olarak 2015 yılı bile verilmiştir.

Ω  İDDİANAMEDE, GÖRMEZDEN GELİNEMEYECEK DERECEDE, ÇOK SAYIDA MADDİ HATA BULUNMAKTADIR. TARİHLERDE, OLAYLARDA, İSİMLERDE, SOYADLARINDA, SUÇ İTHAMLARINDA, SUÇLANAN ŞÜPHELİLERDE YIĞINLA KARIŞIKLIKLAR VE HATALAR YAPILMIŞTIR. Bu da şu vahim gerçeği ortaya koymaktadır: Savcılar, gerçek bir hukuk insanının göstermesi gereken ciddiyet ve özeni hiçbir aşamada göstermemişler, gereken araştırmaları, sorgulamaları, doğrulamaları, kontrolleri yapmadan müştekilerin ve devşirilmiş etkin pişmanların ifadelerinden edindikleri gerçek dışı, uydurma bilgileri sanki somut gerçeklermiş gibi aynılarıyla iddianameye aktarmışlardır. Sonuçta, müştekilerin gelişigüzel, hayali, büyük çoğunlukla "atmasyon" olarak tabir edilecek hikayeleri biraraya getirilip derlenerek ortaya sözüm ona bir "İddianame" konmuştur. Bu akla ziyan İddianame ve hazırlayan savcılar ne yazık ki bir utanç vesikası olarak hukuk tarihine geçmiştir.

Ω  İddianamede, “AÇIK KAYNAK ARAŞTIRMALARI” SANKİ HUKUKİ SOMUT DELİLLERMİŞ GİBİ SUNULMUŞTUR.  Oysa, bunlar medya kaynaklı, dedikodu, televole mahiyetindeki magazinsel anlatımlardır. 

Ω  Tutukluluğa sevk müzekkeresinden aynen İddianame'ye aynen taşınan sözde “İSLAMİ DEĞERLERE AYKIRILIK” İDDİASI CUMHURİYET SAVCILARININ GÖREV, YETKİ VE İLGİ ALANLARI İÇİNDE DEĞİLDİR. TCK’YA GÖRE SUÇ TANIMI İÇİNDE DEĞİLDİR. Kaldı ki bir kişinin ya da bir topluluğun “İslami değerlere aykırı olup olmadığını" değerlendirmek hiç kimsenin üzerine vazife değildir. İnanç ve ibadet hürriyeti üzerine kurulu bir Anayasamız olmasına rağmen, İddianame'de böyle bir değerlendirmeye yer verilmesi aslında ortada Anayasa'ya uygun, hukuki bir saikle yazılmış, yani hukuken geçerli bir iddianame olmadığının da çok açık bir göstergesidir. 

Ω  Soruşturma 2 sene boyunca TCK m.220’de tanımlanan, sözde suç örgütü iddiası üzerinden yürütülmüştür. Buna rağmen, dosya savcısı Caner Babaloğlu tarafından 06.03.2019 tarihinde İstanbul Anadolu 36. Asliye Ceza Mahkemesi'ne, yine 13.03.2019 tarihinde İstanbul Anadolu 58. Asliye Ceza Mahkemesi'ne ve İstanbul Anadolu 64. Asliye Ceza Mahkemesi'ne yazılan müzekkerelerde koyu harflerle sözde "Adnan Oktar Silahlı Terör Örgütü"ne yönelik yürütülmekte olan bir soruşturmadan bahsedilmiştir. Soruşturmanın geldiği aşamada, iddianamenin yazılmasına çok az bir süre kalmasına rağmen, yazıda özellikle BU DÜZMECE "SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ" TABİRİNİN CUMHURİYET SAVCISI KİMLİĞİ TAŞIYAN BİRİ TARAFINDAN KASITLI, TARAFLI VE KİŞİSEL HUSUMET SAİKİYLE KOYU HARFLERLE YAZILARAK HUKUK DIŞI MÜZEKKERELER GÖNDERİLMESİ şaşırtıcıdır.

Ω  Dosya savcısı Serdar Akan, etkin pişman sanık Altuğ Revnak Eti’nin 08.02.2019 tarihinde ifadesini alırken kendisini açıkça aldatmış, SANIĞA "ADNAN OKTAR'I SUÇLAYARAK KENDİSİNİ KURTARMASI" YÖNÜNDE TELKİNDE BULUNMUŞTUR.  Ayrıca, Adnan Oktar'ın ömür boyu hapse mahkûm olacağını söyleyerek şüpheliyi etkilemeye çalışmıştır. Oysa, Cumhuriyet savcısının ceza verme yetkisi olmadığı gibi, henüz yargılaması yapılmamış bir şüpheli hakkında bu şekilde diğer şüphelilere beyanlarda bulunarak onları etkin pişmanlık göstermeye yönlendirmeye çalışması açıkça kanuna aykırı ve suçtur.

Ω  Dosya savcısı Serdar Akan, 19.03.2020 tarihinde etkin pişman sanık Ali Şeref Gider’in ifadesini alırken sorduğu ilk soru “Adnan Oktar 'TERÖR ÖRGÜTÜ'yle kimin vasıtasıyla ne zaman tanıştınız...” şeklindedir. 2016'dan beri soruşturmanın 4. yılına gelinmişken, EN BAŞINDAN İTİBAREN SORUŞTURMANIN İÇİNDE BULUNAN BİR SAVCININ BİR “TERÖR ÖRGÜTÜ” SORUŞTURMASI YÜRÜTMEDİĞİNİ BİLMEMESİ OLANAKSIZDIR. Bu tanımlamanın kullanılmasındaki amaç, gerçeği alenen çarpıtarak sanığın gözünü korkutmak ve diğer sanıklar aleyhine beyan vermesini sağlamaktır. 

Ω  Aynı ifade sırasında savcı Serdar Akan “BİZİM MÜŞTEKİLERDEN DENİZ ŞAKAK VAR” diyerek tarafsız bir soruşturma yürütmediğini ve kendisinin de bizzat müştekiler tarafında yer aldığını ortaya koymuştur. 

Ω  Savcı Serdar Akan, husumetli MÜŞTEKİ ÖZKAN MAMATİ’DEN DE RESMİ EVRAKLARDA BİRDEN FAZLA KERE SADECE İSMİYLE “ÖZKAN” OLARAK BAHSETMİŞ, sanki yakın arkadaşından bilgi aktarıyormuş gibi bir tavır takınmıştır. 

Ω  Savcı Serdar Akan, SONRADAN YAKALANAN SANIKLARDAN M. K.’YI ETKİN PİŞMAN OLMASI İÇİN ZORLAMIŞ, hatta M. K.’nın ifadesine göre “Bana biraz turnikeden bahset seni bırakayım” demiştir. 

Ω  Dosyanın savcıları, bazı müştekilerin ve etkin pişmanların uydurma senaryolarından yola çıkarak, “örgüt mensubu kadınların örgüte katılmalarından kısa bir süre sonra eğitim hayatlarına devam etmedikleri, eğitimlerini tamamlamadıkları tespit edilmiştir” şeklinde asılsız bir iddia ile suçlama yapmışlardır. Oysa, şüpheliler arasında yer alan 55 bayanın, müvekkilin arkadaş grubuna katıldıktan sonra lise, üniversite, yüksek lisans veya doktora bitirerek diploma aldığı sabittir. BU GERÇEĞİ KANITLAYAN YÖK RAPORU DA ÖZELLİKLE DOSYAYA KONULMAMIŞ, GİZLENMİŞTİR.

  İddianamede siyasi faaliyetlere katılım diye bir bölüm mevcuttur. Bu bölümdeki suç isnadı, Adnan Oktar'ın güya arkadaşlarının oy kullanmalarına mani olması üzerine kuruludur. Örneğin, İddianame'de sayfa 28’de “son dönemde popülizm arayışı hariç, (Adnan Oktar) mensuplarının oy kullanmalarına mani olmuştur” denmiştir. İddianamede bazı kişilerin hukuki değerlendirme bölümünde “şüphelinin örgüt liderinin talimatı ve zorlamasına uyarak örgütsel bir tavır sergilemek suretiyle .... seçimlerinde oy kullanmadığı tespit edilmiştir” denmektedir. Ancak, BU GERÇEK DIŞI GENELLEME İTHAMLAR YAPILIRKEN, TOPLAM 82 ŞÜPHELİNİN OY KULLANMA FİİLİ DOSYA SAVCILARI TARAFINDAN GİZLENMİŞTİR ÇÜNKÜ BU 82 KİŞİ TÜM SEÇİMLERDE OYLARINI KULLANMIŞTIR.  Kaldı ki, oy kullanmamak TCK’ya göre bir suç değildir.

Ω  İddianamede 68. sayfada, “... bilhassa başkanlık sistemine geçişe dair referandum ve seçimlerde oy kullanılmaması yönünde kesin talimatının olduğu, oy kullanmak isteyen bir kısım mağdur müştekilerin (örgüt üyeleri) yine örgüt lideri ve diğer örgüt üyeleri tarafından engellendiği...” denilmektedir. Oysa, bu seçimde örgüt üyesi veya yöneticisi olmaktan dolayı şu an yargılanan 43 kişinin oy kullandığı yine İddianame'de yazmaktadır. 

Ω  İddianamede “Örgüt liderinin oy kullanılmaması yönünde kesin talimatı var” denilen bu seçimde, sözde örgütün sözde yöneticilerinden oldukları iddia edilen İbrahim Tuncer, Merve Büyükbayrak ve Halil Hilmi Müftüoğlu oy kullanmıştır. Tüm bu gerçekler ortada sözde "oy kullanmama talimatı" gibi hayali bir talimatın hiçbir zaman olmadığının göstergesidir.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.