5 YILDIR ARALIKSIZ SÜRDÜRÜLEN DEHŞETLİ ZULME ARTIK "DUR" DENİLMELİ

Yaklaşık 5 yıldan bu yana tümüyle haksız ve hukuksuz bir biçimde cezaevlerinde tutulan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, tüm Türkiye’nin gözleri önünde, Cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmamış kesintisiz bir zulüm ve linç uygulamasına maruz bırakılıyorlar.

Kanunu, hukuku ayaklar altına alan, birtakım karanlık derin odakların kin, öfke, haset, kıskançlık ve intikam hislerini giderme dışında başka hiçbir anlamı ve amacı olmayan bu dehşetli zulüm, toplumun adalete ve yargıya olan güvenini günden güne daha çok sarsıyor. Aynı zamanda, uluslararası toplumda da ülkemiz hakkında son derece olumsuz bir imaj oluşturuyor.

Zulüm 11 Temmuz 2018 tarihinde başladı...

Hayatlarında karakol dahi görmemiş tertemiz insanlar, sabaha karşı kapıları kırılarak evlerinden gözaltına alındılar. Ardından bulundukları mekanlarda, sabahın erken saatlerinden akşama kadar saatlerce ters kelepçeyle yerlerde yüzüstü tutularak bekletilip eziyet gördüler

Bu ilk gözaltı sürecinin ardından hepsi tutuklanarak yıllarca cezaevlerinde tutuldu. Halen de Sayın Adnan Oktar ve yüze yakın arkadaşımız suçsuz yere cezaevlerinde tutulmaya devam ediliyor.

Ancak, maruz kaldıkları tüm bu hukuk dışı uygulamalara rağmen Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın Devletimizin adaletine ve ferasetine güvenleri tamdır. Yüce Devletimizin vatandaşına olan şefkatine ve hukukun üstünlüğüne inanmaktadırlar. 

Aşağıda belli başlı maddeler altında özetlediğimiz bazı önemli konuları Devletimizin bilgisine sunmak ve gerekli tedbirlerin alınmasına, Türkiye'nin aydınlık geleceğinin güvence altına alınmasına vesile olmak amacıyla bir kez daha gündeme getirmeyi gerekli görmekteyiz. 


Sayın Adnan Oktar ve Arkadaşlarımızın Organize Bir Kumpas Sonucunda, Suçsuz Yere Tutuklanıp Cezaevlerine Konulmaları Yetmiyormuş Gibi Camiamıza Uygulanan Hukuksuzluklar, Ağır Baskı Ve Eziyetler Kesintisiz Bir Biçimde Sürdürülmektedir

Bu haksızlık ve hukuksuzluklara bazı örnekler vermek gerekirse;

11.07.2018 tarihli polis operasyonu ile birlikte, eşzamanlı olarak medya üzerinden büyük bir linç ve kara propaganda kampanyası başlatıldı. Aylar boyunca sürdürülen algı operasyonları ve yalan haberlerle, ilgili tüm kanun maddeleri, Anayasa ve AIHM kararları alenen çiğnendi, Adnan Bey ve arkadaşlarının kişilik haklarına saldırıldı, masumiyet karineleri hiçe sayıldı. 

Medya tarafından yürütülen kara propagandanın temelinde, operasyon günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yayımlanan “bilgi notu”nda zikredilen “Adnan Oktar Suç Örgütü” tanımlaması ve iddianameye dahi aktarılmayan onlarca uydurma suç isnadı yer aldı. 

Bununla birlikte, gizli yürütülen soruşturma dosyasındaki şüphelilerin ve müştekilerin iftira içerikli emniyet ifadeleri sistematik olarak basına sızdırıldı. Eş zamanlı olarak, Adnan Bey ve arkadaşlarının sağlık kontrollerine götürüldükleri esnadaki görüntüleri bilinçli olarak basına servis edildi. Standart uygulamanın aksine, basında yüzleri kapatılmadan, açık isim ve kimlik bilgileriyle fotoğrafları ve videoları yayımlandı. Bu kanunsuz yöntemlerle Adnan Oktar ve arkadaşları açık hedef gösterilerek aleyhlerinde infial uyandırılmaya çalışıldı.

Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin “Soruşturmanın gizliliğinin uygulanması” kenar başlıklı 27 nci maddesinde yer alan;

"Suçluluğu bir yargı hükmüne bağlanana kadar kişinin masumiyeti esastır ve soruşturma evresi gizlidir. Bu nedenle, soruşturma evresinde gözaltındaki bir kişinin “suçlu” olarak kamuoyuna duyurulmasına, basın önüne çıkartılmasına… görüntülerinin alınmasına, teşhir edilmelerine sebebiyet verilmez ve soruşturma evrakı hiçbir şekilde yayınlanamaz. 

hükümleri adeta ayaklar altına alındı. 

Adnan Bey ve arkadaşları henüz daha gözaltındalarken ve haklarındaki suçlamaları dahi bilmiyorlarken dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, halka açık bir etkinlikte “hayatımda en zevk aldığım operasyon Adnan Oktar operasyonudur” diyerek bir kez daha insanların masumiyet karinelerini kanunsuz olarak ayaklar altına aldı. Oysa, Adalet Bakanlığı “Soruşturmanın Gizliliği ve Basın Sözcülüğü” konulu 153 no’lu genelgesinde:

Y.B. ve diğerleri – Türkiye kararında ... başvuranların hiçbir fark gözetmeksizin “yasadışı örgüt” mensubu olarak gösterildiği, ...polis yetkililerinin tutumlarının, kanıtların başvuranların aleyhinde kullanılması yönünde önceden değerlendirilmesi ve kimliklerini kolayca ortaya koyan bilgilerin basına verilmesi göz önünde bulundurulduğunda, BU DURUMUN MASUMİYET KARİNESİNE SAYGI GÖSTERİLMESİ İLKESİYLE BAĞDAŞMADIĞI, bu şekilde düzenlenen basın açıklamasının, bir yandan kamuoyunun başvuranların suçlu olduğuna inanmasını teşvik ettiği, diğer yandan yetkili hakimlerin olayları değerlendirmesinde önyargılı davranmalarına neden olduğu...

AİHM, Ailenet de Ribemont-Fransa kararında da:

“Başvurucunun gözaltındayken Fransız polisinden bazı üst düzey rütbeli memurların hiçbir niteleme veya çekince getirmeden cinayetin teşvikçilerinden biri ve şeriki olarak gösterilmesi sonucu, kamuoyunda suçlu olduğuna inanılmasının sağlanmasının ve yargısal makamların olayları takdir tarzına zarar vermesinin masumiyet karinesinin ihlali olduğuna, “Masumiyet karinesinin sadece bir yargıç veya mahkeme tarafından değil ve fakat diğer kamu makamları tarafından da ihlal edilebileceği…”

açıkça belirtilmektedir.

Zulüm ve linç uygulamaları operasyon ve gözaltı süreciyle daha yeni başlıyordu. Adnan Bey ve arkadaşları tutuklanarak, yaşadıkları şehirlerden ve ailelerinden yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan 18 ayrı cezaevine dağıtıldılar. Böylece ailelerinin, yakınlarının, hatta avukatlarının bile kendilerini ziyarete ve görüşe gelebilmeleri pratikte imkansız hale getirildi. 

Türkiye'nin dört bir tarafına dağıtıldıkları cezaevlerinde bile birbirleriyle görüşmelerini engellemek amacıyla farklı koğuşlara yerleştirildiler. 

Tamamı hayatlarında sigara kullanmamış bu masum insanlar, günde 300-400 sigaranın tüketildiği koğuşlara yerleştirildiler, sigara içilmeyen koğuşa geçme talepleri kesin olarak reddedildi. Oysa, Anayasa Mahkemesi yakın tarihli bir kararında bu durumu açık bir hak ihlali saymaktadır: “Cezaevinde tutuklu bulunan kişinin, sigara içilmeyen bir odaya geçme talebinin reddedilmesi, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlali sonucunu doğurur.” (2018/35662 Başvuru No, 03.11.2022 Tarih.)

Adnan Bey ve bazı arkadaşlarımız, sadece müebbet almış hükümlülere uygulandığı şekilde, günde yalnızca 1 saat avluya çıkarılmak suretiyle karanlık, soğuk, güneşsiz, rutubetli, küflü tek kişilik ceza hücrelerinde tutulmaya devam edilmektedir.

Yıllardır yemek zorunda kaldıkları sağlıksız cezaevi yemekleri yüzünden bağışıklık sistemleri tamamen çöktü, birçoğu defalarca COVID'e yakalandı.

Sağlıklı olanlar da özellikle "Karantina Koğuşları"nda haftalarca bekletilerek adeta zorla COVID'e yakalanmaları sağlandı.

İçlerinde en ağır kanser hastalarının da bulunduğu arkadaşlarımızın, ihtiyaç duyduklarında doktora çıkıp muayene olmaları, en temel ilaçlarını almaları dahi zorlaştırıldı ve geciktirildi.

Emekli maaşları dahil, tüm maddi varlıklarına tamamen hukuksuz bir şekilde el konuldu.

Bu süreç içinde onlarca anne, baba vefat etti. Ağır hastalığı olan ve bakıma muhtaç olanlar, evlatları cezaevine girince kendilerine yardımcı olacak kimseleri kalmadığı için tedavileri yarım kaldı. Gerekli bakım, tedavi ve desteği alamadıkları için bir kısmının hastalığı daha da ağırlaşırken, bir kısmı da hayatını kaybetti. Halihazırda, çocukları cezaevine konulduktan sonra hayatını kaybeden anne-babaların sayısı 40 kişiyi buldu.

 

Doğal Olmayan, "Özel Görevlendirilmiş Talimatlı Heyetler", Hukuk ve Adaletin Tecelli Edeceğine Dair Güveni Ciddi Biçimde Zedelemektedir

Hem ilk yargılama sürecinde hem de ilk yargılamada kurulan ceza hükmünün İstinaf Mahkemesi (İstanbul BAM 1 CD) tarafından esastan ve usulden bozulması sonrasında görülen ikinci yargılama sürecinde

– Gerek İstanbul 30. ve 31. Ağır Ceza Mahkemeleri'nin, 

– Gerekse (yerel mahkeme kararlarını usulden ve esastan bozarak beraate hükmedilmesi gerekteğini beyan eden ve tutuklulara tahliye veren İstanbul BAM 1 CD'nin tahliye kararlarını kaldıran) İstanbul BAM 2. ve 3 dairelerinin 

doğal olmayan, bizim davamız için özel görevlendirilmiş heyetlerden oluşturulduğu ve bu dairelere gelen dosyaların bir hukuk açmazına girdiği duyumları son derece endişe vericidir. 

Nitekim, 5 yıla yakın süredir Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının maruz kaldığı:

‼️ Tarihte nerdeyse benzeri görülmemiş, sayıları binleri bulan haksızlık, hukuksuzluk ve galiz usulsüzlüklerin işlendiği,

‼️ Tüm somut ve hukuki delillerin, savunma belgelerinin, tanıkların, bilirkişi raporlarının, bilimsel ve hukuki mütalaaların, sanık ve müdafi savunmalarının alenen gözardı edildiği, yok sayıldığı, 

‼️ Asılsız itham ve iddiaları aydınlatacak, kumpası gözler önüne serecek "olay anlarına ait kamera görüntülerinin" ısrarla örtbas edildiği, dosyaya eklenmelerinin sistematik bir biçimde engellendiği ve sanıklarca bu görüntülerin getirtilip duruşmada herkesin gözleri önünde izletilmesi taleplerinin her seferinde kesin bir biçimde reddedildiği, 

‼️ Ancak, diğer yandan soyut, delilsiz, mesnetsiz, uydurma ve kurgu müşteki beyanlarının onbinlerce yıllık ceza kararlarına esas alındığı 

YARGILAMALAR (!) da adeta bu duyumları teyit eder niteliktedir.

Dahası, Türkiye’de yalnızca Adnan Oktar ve arkadaşlarının değil, birbirinden çok farklı kesimlere mensup birçok insanı da mağdur ederek artık her türlü hukuksuzluğu nerdeyse kanıksanır hale getiren:

 Davalara özel talimatlı hakim heyetleri oluşturularak bunların mahkemelerin doğal heyetlerinin yerine geçirilmesi;

 Bu heyetlerin işleri biter bitmez göz göre göre, alelacele dağıtılması,– Hukuka uygun karar veren ve hukuksuz işlem yapmaları için kendilerine yöneltilen baskılara direnen hakim ve savcıların görevden alınması, sürgün edilmesi,

 Hukuka uygun davranmaya çalışan hakim ve savcıların iftiralarla, karalamalarla yıldırılmaya çalışılması, haklarında soruşturulmalar açılması;

 İsmi herkesçe malum birtakım gazeteci görünümlü provokatörün önderliğindeki sosyal medya ekiplerinin sahte kamuoyu oluşturup halkın iradesini baskı altına almaya çalışmaları;

 Yargılanan arkadaşlarımızın malvarlıklarına el koyabilmek için suni müşteki veya sahte tanıklar aracılığı ile gerçek dışı beyanların hazırlanması ve bunlara benzer sayısız hukuksuzluk 

gibi garabetler de endişelerimizde haklı olduğumuzun göstergeleridir. 


Soruşturma ve Kovuşturma Süreçlerinin, Emniyet ve Yargı Birimlerinde Yuvalanmış Derin Devlet Elemanlarının İnce Plan, Kontrol ve Ayarlamaları Altında Gerçekleştiği, Yargı Üzerindeki Bu Etki ve Baskıların Halen Tüm Gücüyle Sürdüğü Görülmektedir 

Hükümet ve bürokraside, emniyet ve yargı mekanizmalarının içine sızmış bazı derin odaklar, 2018 yılında operasyon yapmak için seçimlerin geçmesi bekleyip operasyonun seçimlerin hemen sonrasında yapılmasını sağlamışlardır. 

Zira, bu derin odaklar Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, kendilerini seven ve fikirlerine itibar eden milyonlarca kişinin, Hükümete ve Sayın Cumhurbaşkanımıza verdikleri desteğin gücünü ve önemini gayet iyi biliyorlardı. Operasyonu seçim öncesi yapmanın bu güçlü desteği kıracağını çok iyi bildikleri ve bundan kendi çıkar sistemleri de zarar göreceği için de emniyet ve yargı birimleri içindeki uzantılarını kullanarak operasyon tarihini seçimlerin hemen sonrasına ertelediler.

– Operasyon sonrasındaki gözaltı, tutuklama ve bir yıllık bir iddianame hazırlığı süreçlerinde; 

– Devamındaki 1000'e yakın hukuksuzluk ve usulsüzlüğe imza atılarak ortada tek bir maddi, somut, gerçek ve hukuki delil olmaksızın, sanıklara adeta linç tarzında onbinlerce yıllık ceza kararlarının yağdırıldığı ilk yerel mahkeme sürecinde; 

– Ardından yaşanan İstinaf safhasında; 

– Ve son olarak yeniden yargılama sırasında

sözünü ettiğimiz derin devlet baskı ve müdahalelerinin en galiz örnekleri yaşandı. Şöyle ki;

 İstanbul BAM 1. Ceza Dairesi 1 yıl boyunca dosyayı inceledikten sonra örgüt ve cinsel saldırı suçları başta olmak üzere, heyet başkanlığını Galip Perk'in yürüttüğü ilk yerel mahkemenin verdiği tüm ceza kararlarını makul, mantıklı, kanuna ve içtihatlara dayanan hukuki gerekçelerle bozdu

 BAM 1.CD, yerel mahkemenin 11.01.2021 tarihinde verdiği ceza kararlarının hepsinin usule ve yasaya aykırı olduğunu tespit etti.

 BAM 1.CD, davada yargılanan arkadaşlarımızın büyük bölümünün beraat etmeleri gerekirken tutuklu olmalarının hukuka aykırı olduğunu belirterek derhal tahliyelerine hükmetti

 İşte, dosya tarihindeki ilk hukuki ve vicdani bu karardan hemen sonra zincirleme ve ibretlik hukuksuzluklar kaldığı yerden, daha da tırmanarak devam etti.

 İstinafın beraat ve tahliye kararlarının hemen üzerine, herkesçe derin devlet tetikçisi olarak bilinen bir grup provokatör gazeteci tarafından medya ve sosyal medya üzerinden yoğun ve aralıksız bir yaygara, infial ve kara propaganda kampanyası devreye sokuldu.

 Bunun üzerine BAM savcılığı tahliye kararına hiçbir gerçek ve geçerli hukuki gerekçe sunmadan birkaç cümlelik bir (sözde) gerekçeyle itiraz etti. 

 İstanbul BAM 2. Ceza Dairesi de bu itiraz üzerine her nasılsa, İstinaf 1. CD'nin 14 ay boyunca inceleyip 400 sayfalık gerekçesiyle hukuki değerlendirmesini yapıp esastan bozma kararı verdiği yaklaşık 150 bin sayfalık dava dosyasını iki günde ışık hızıyla inceleyerek bir paragraflık üstün körü, göstermelik bir gerekçeyle, yetkisini aşarak tahliye kararlarını alelacele bozdu ve haklarında tekrar tutuklama kararı verdi.

 Arkadaşlarımızın hepsi, haklarındaki binlerce yıllık ceza kararlarına rağmen hemen gelip yetkili makamlara teslim oldular.

 İstinaf mahkemesi huzuruna çıktıklarında bazı reddi hakim taleplerinde bulundular, ancak bu talepleri dahi karara bağlanmadan yeniden tutuklandılar. 

 Bu arada beraat etmeleri gerekir diye hukuki karar veren BAM 1.CD heyeti de apar topar dağıtıldı.

 Sözünü ettiğimiz derin devlet provokatörü gazetecilerden bir tanesi bir yazısında açıkça, "İstinaf Mahkemesi kararına Adalet Bakanı tarafından müdahale edildiği"ni yazma cüretini dahi gösterdi. Ardından, dosyaya bundan sonra bakacak İstinaf Mahkemelerin'e de tabiri caizse aba altından sopa göstererek "bir daha böyle hukuki kararlar veremeyecekler" diyecek kadar nerden kaynaklandığı belli olmayan anlaşılmaz bir pervasızlık içine girdi.

 Hukuka uygun karar veren BAM 1.CD hakimleri hakkında, dosyanın husumetli müştekileri tarafından yapılan suni ve sansasyonel başvurular ile bir HSK soruşturması başlatıldı. 

 Böylelikle bu HSK soruşturması üzerinden, dosyaya sonradan bakacak tüm hakim ve savcılar üzerinde bir gözdağı ve baskı unsuru oluşturuldu.

 Kanunen beraat etmesi ve tahliye olması gereken, içlerinde kanser hastaları da olan arkadaşlarımız yeniden Türkiye’nin dört bir yanındaki (Burhaniye, Bandırma, Kırıkkale, Silivri, Erzurum, İzmir, Kocaeli) cezaevlerine nakledildiler.

 Tüm bu yeniden tutuklamaların itiraz sürecinde ise Sayın Adnan Oktar’ın avukatlarına haksız ve hukuksuz operasyonlar yapıldı. Dava dosyasına en başından itibaren hakim olan bir avukatı tutuklandı ve tüm savunma evraklarına büyük bir hukuksuzlukla el konuldu.

 Adnan Bey, İstanbul'da bulunan avukatlarının kendisiyle görüşmeye giderek savunma hazırlayabilmelerinin nerdeyse imkansız hale geleceği şekilde, Türkiye'nin öbür ucundaki Erzurum Dumlu cezaevine nakledildi.

 AYM tarafından ilgili kanun maddesi iptal edildiği halde, Sayın Adnan Oktar'a suni ve hukuksuz bir gerekçeyle avukat görüş kısıtlılığı getirildi, öyle ki görüşlerde kalem kağıt kullanması, not alması dahi yasaklandı.

 Yeniden yargılamanın duruşmaları bu koşullar altında başladı. Yeni heyet İstinafın, yerel mahkemeye yerine getirilmesi gerektiğini bildirdiği pek çok işlemi yerine getirmedi, hatta yok saydı.

 Mahkeme heyeti sanıkların tüm tahkikat taleplerini basma kalıp gerekçelerle reddetti. 200’e yakın sanığın toplam yüzlerce talebinin TAMAMINI ilginç bir şekilde gereksiz gördü.

 Mahkeme kapısına kadar getirilip hazır edilen tanıklar dahi heyet tarafından reddedilerek dinlenmedi.

 650 klasörlü 235 sanıklı dosyanın, BAM 1.CD tarafından verilen bozma kararı sonrasında yeniden yargılama süreci 6 Eylül 2022’de başladı. 16 Eylül 2022’de yani 10 gün sonra ise hayret verici bir şekilde "tüm işlemler tamamlandı" denerek iddia makamından esas hakkındaki mütalaası talep edildi. Bu süreçte, heyet BAM 1.CD tarafından hükmedilen işlemlerin hiçbirini yerine getirmedi.

 Heyetin savcı Hasan Çınar'dan 16 Eylül 2022 Cuma günü talep ettiği esas hakkında mütalaa, yine jet hızıyla 2 gün içinde, üstelik haftasonu olmasına rağmen “yazılarak” (!) 19 Eylül Pazartesi günü UYAP’a yüklendi.

 Duruşmalar sırasında gelişen yepyeni durum ve olaylara, sanık ifadelerine, tanık beyanlarına, yeni giren delil ve evraklara, bazı sanıkların hukuki durumlarındaki değişikliklere rağmen, bunların hiçbiri, akıl almaz bir biçimde, yeni mütalaada yer almadı.

 Güya yeni hazırlandığı varsayılan esas hakkındaki mütalaa, bir öncekinden birebir kopyala yapıştır yöntemiyle elde edildi, öyle ki dijital dosya bilgileri dahi iki sene önceki eski savcı Serdar Akan'ın ad ve soyad bilgilerini taşır şekilde unutuldu, metin içeriği ise neredeyse hiç değiştirilmedi.

 445 sayfa mütaalanın UYAP’a yüklenmesinden sonra görülen ilk oturumda 82’si tutuklu olan sanıklara hiçbir hazırlık imkanı tanınmadan apar topar savunmaları alınmaya başlandı

 On binlerce yıllık cezalara hükmedilen 650 klasörlü, 150 bin sayfaya yakın dev dosyada sanıklara en fazla 15 dk, 30 dk, 1 saat gibi savunma süreleri tanındı.

 Bu kısıtlı sürelerde dahi heyet başkanı, sanıkların çoğunun konuşmalarını yarıda kesip dikkatlerini dağıtacak şekilde sürekli aralara girerek savunmalarının akışını ve insicamını bozmaya çalıştı.

 Duruşma boyunca heyet başkanı Mahmut Başbuğ, sanıklara karşı önyargısını alenen ortaya koyan çirkin ve seviyesiz bir tutum ve üslup içinde sanıklara “alayınız”, “gevşek gevşek konuşma”“kadınlar hamamı”, vb. gibi yakışıksız tanımlarda ve hitaplarda bulundu.

 Sanıkların tüm haklı ve hukuki taleplerini "UZATMAYA YÖNELİK" şeklindeki basmakalıp bahanesiyle nasıl ve nedenini açıklamadan reddetti.

 Sanıkların birçoğunun sağlıklarının bozulmasına, bazılarının hastaneye kaldırılmasına sebep olacak şekilde, kimi zaman gece geç saatlere kadar süren, deyim yerideyse "ışık hızında" bir yargılama süreci gerçekleştirildi. 

İşte, burada yalnızca genel fikir vermek amacıyla bazılarına özet olarak yer verdiğimiz ve burada detayına giremediğimiz onlarca somut örnek ile amacın maddi gerçeğe ulaşmak değil, her ne olursa olsun, hukuka rağmen, sanıklara ceza vermek olduğu açığa çıkmış oldu. 

Devletimizin de bizzat rahatsızlık duyacağı, vatandaşlarına asla reva görmeyeceği tüm bu hukuksuz uygulamaların perde arkasında, kendini Devletin üzerinde görme cüretini gösteren karanlık ve derin bir yapılanmanın bulunduğu açık bir gerçektir.

Yerel Mahkeme'nin ‘Gerekçeli Kararı’nı açıklamasıyla, burada kısaca değindiğimiz hukuksuzlukların yanı sıra, bu dosyanın baştan sona bir öfke, husumet ve kıskançlık dosyası olduğu tescillenmiş oldu. 

Hukuka göre hareket eden hiçbir Ağır Ceza Heyeti'nin makamlarına yakıştırmayacağı akıl almaz bir nefret üslubu, gerekçeli kararın tamamına hakimdi. Adnan Bey ve arkadaşlarına karşı içten içe duyulan ve tüm dava sürecine hakim olan derin bir kin ve öfkenin frenlenemediği, yargının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir bakış açısı gözler önüne serilmekteydi.

Sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar sanıkların uyuyamaz, yemek yiyemez, savunma hazırlayamaz hale getirilip perişan edildiği, savunma haklarının alenen engellendiği böyle "kurgu bir yargılama" sürecinin, deyim yerindeyse bir "yargılama tiyatrosu"nun tek amacının maddi gerçeğe ulaşmak değil, sanıklara her ne olursa olsun ceza verilmesi olduğu net olarak anlaşıldı. 

Kararın zaten mahkemenin çok öncesinden verilmiş olduğuna, hiçbir savunmanın, delilin, belgenin, tanığın, raporun bunu değiştirmesinin mümkün olmayacağına dair duyumların gerçek olduğu da görülmüş oldu. 


Bağımsız Türk Yargısını Kuşatıp Ağır Baskı Altına Alan Derin Devlet Mekanizmasına Karşı Acil Önlem Alınmalıdır

Ortada yalnızca, kompleksli ve husumetli bir avuç derin devlet mensubunun husumet, kıskançlık ve kininden kaynaklı, onların intikam hislerini tatmin etmeyi hedefleyen açık bir zulüm uygulaması vardır. Bu zulmün başka hiçbir amaca hizmet etmediği, kimseye fayda sağlamadığı, aksine hem Hükümetimize hem Devletimize hem de yargı ve adalet mekanizmasına son derece olumsuz bir etki yaptığı açıktır. 

Ancak, şurası kesin olarak bilinmelidir ki Yüce Türk Devleti'nin böyle dehşet verici bir zulme dur diyeceğine olan inancımız tamdır.

Derin devlet elemanlarının Sayın Adnan Oktar'a olan şahsi ideolojik kin ve düşmanlıkları nedeniyle bu zulmü sürdürdüklerini düşünsek bile gencecik kızların, mazlum kadınların da binlerce yıllık cezalara çarptırılmasının zeminini hazırlayıp bu zulme, vahşete dahil edecek derecede insanlıktan çıkmış olmalarını anlayabilmek mümkün değildir.

Sırf bir kısım derin devlet mensubunun öfke, kıskançlık, haset ve nefret duygularını tatmin etmek amacıyla, hiçbir hukuki gerekçe, kanun, usul, mantık, vicdan ve insaf gözetmeden yürütülen böyle bir zulüm uygulaması, sadece Adnan Bey ve arkadaşları için değil, tüm Türkiye'nin bekası açısından gerçek ve somut bir tehdittir.

İşte, "Devletin Bekası" endişesini gerçek ve samimi olarak taşıyan milli, yerli ve vatansever insanlarımız, devlet büyüklerimiz; Sayın Cumhurbaşkanımızın tabiriyle, Türkiye düşmanı "Üst Akıl" ve bunun emrindeki "Dış Güçler"den aldığı talimatları yerine getiren;

 Halkın adalete ve yargı mekanizmasına olan güvenini olanca gücüyle sıfıra indirmeye uğraşan,

 Mazlum ve masum insanlara hukuksuzca, kanunsuzca ve acımasızca saldıran, zulmeden,

 Dindar, milliyetçi tertemiz, masum genç kız ve kadınların ellerine ters kelepçe yapılıp yüzüstü 8 saat boyunca yerlerde tutulmaları karşısında sevinç duyup bu zulüm ve eziyetin görütülerini kendilerince güç göstergesi olarak basına servis eden,

 Kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan, inanmayan herkesi, içinde yuvalandığı yargının sopasıyla hizaya getirmeye çalışan,

 Türkiye'yi karanlık ve bağnaz bir Ortaçağ zihniyetine sürüklemeyi hedefleyen,

 Nihayetinde ülkemizi hiziplere bölmeyi, kardeşi kardeşe kırdırarak parçalamayı amaçlayan,

 Devletin temel taşlarının altını oymaya çalışan, devletin imkanlarını olanca açgözlülüğüyle sömürmeye çalışıp kendine çıkar kapısı haline getiren,

 Hamasi söylemleri kalkan edinip mafyayla, kriminal suç örgütleriyle içiçe hareket ederek devleti ele geçirme gayreti içinde olan,

 Kısaca Devletimizin Bekası için gerçek tehdit olan

karanlık ve hain bir derin devlet çetesine karşı ittifak etmeli ve gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. 

Devletin bekası ise ancak, adaleti, hukuku, sevgiyi, kardeşliği, birliği, bütünlüğü, iyiliği ayakta tutmakla sağlanır. 


SONUÇ OLARAK

Derin devlet korkusu taşımayan doğal, dürüst, cesur, tarafsız, bağımsız, nitelikli, haysiyetli, kişilikli ve adaletli heyetlerce yürütülecek, hukukun uygulandığı, somut delillerin toplandığı, tanıkların dinlendiği, belgelerin, raporların dikkate alınıp incelendiği, değerlendirildiği, tartışıldığı adil, hukuki ve bağımsız bir yargılama isteğimizi buradan tekrar ifade etmek istiyoruz.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz üzere, şu ana kadarki süreçte uğranılan hukuksuzluk ve usulsüzlükler aşikar olmakla birlikte, en azından bundan sonraki yargı aşamalarında bu hukuksuzluk ve usulsüzlüklerin son bulmasının garanti ve güvencesinin tarafımıza verilmesini talep ediyoruz. 

Derin devletin kindar, zalim, korkak ve adaletsiz olduğuna, Yüce ve Asil Devletimizin ise şefkatli, merhametli ve adaletli olduğuna olan sarsılmaz inancımızı bu vesileyle tekrar ediyoruz.

Bağımsız yargının içine sızmış, birtakım derin devlet talimatlı, hukuksuz karanlık yargı mekanizmalarına acil müdahale edilip kanunla ve hukukla bir an önce ortadan kaldırılmasının, bağımsız yargının tesisinin devletimizin bekasına, toplumsal huzur ve güvenin oluşmasına çok büyük fayda ve katkı sağlayacağı inancıyla bu hayati düzenleme ve iyileştirmelerin ivediyen sağlanması için gerekenin yapılmasını temenni ediyoruz.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.